Önüne muhakkak çıkan bir sürprize şaşırmıyordu artık. Şehrin bir hediyesi kabul ediyor ve en çok da bu yönü hoşuna gidiyordu. Ruhu, mazisi, hatıraları ve az biraz bildiği tarih bilgileri bile, onunla beraber kafile halinde geziniyordu.

Her seferinde diyordu ki, ‘Bu adımladığım sokakların 100-200 yıl öncesini, şu çay içtiğim yerden görecek bir teknoloji icad edilse de seyretsem...’

Aslı geçmişte olan şehrin acuze ve aciz halini seyreden yitik şehirli olmak yerine, o medeniyetin şahidi olsam... Mesela bu fotoğrafta bir halı yıkamacı var karşıda. Hemen bitişiğinde bir tekke meşrutası, bakımsız ve güya yeni yüzyılda yapılmış ondan da bakımsız kötü görünümlü binaların arasında sıkışmış kalmış: Seydi Baba Türbesi.

İçi yandı kadının. Kim diye araştırdı, tam olarak bulamadı kitabede. Ölüm tarihinin çevirisi 1810 yılına tekabül etse de, bu manevi şahsiyetin o devirdeki gücü, misyonu, hayır hasenatı hakkında bir bilgi edinemedi.

Harikzadegân Apartmanı var Lâleli’de. 1919’da çıkan bir yangın sonrası, hiç olmazsa bir kısım evsize konut olması amacıyla yapılmış. Cumhuriyet döneminde Tayyare Apartmanları olarak tanınmış ve bir çok el değiştirerek farklı amaçlarda kullanılmış meşhur bina.

İşte aslında tarihimiz bir yangın yeri diye düşündü kadın. Öyle bir yangın ki kitabeleri okutmaz, ahşap evleri otopark mafyasınca yakılır kül edilir de, geriye hiç bir iz kalmaz. Sebiller, işportacıya kiralık, türbeler bakımsız, sahipsiz, çevresi maneviyatsız...

Mahalle yanarken deli saçını tararmış derler ya. Tarihin izlerini kendi elimizle sildiğimiz akıl tutulmalarının yarasını kim sarar? Yangından mal kaçırır gibi yağmalanmış, horlanmış, bağrı yanık bu şehrin vefası ve kerametiydi insana, yine de kol kanat geren, içinde barındıran...

O yine vakur, o yine efsunlu, o yine heybetliydi. Asıl biz kendi derdimize yanalım dedi kadın. Kör cehaletimizden, hunharlığımızdan, barbarlığımızdan utanalım.

Türbede yatanlara bir Fatiha okudu, harâbezâra yüreği yanık halde bakıp yarım kalan çayını yudumladı.

QOSHE - Kaybolan bir şehrin hikâyesi - Zeynep Çakır
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kaybolan bir şehrin hikâyesi

8 11
13.03.2024

Önüne muhakkak çıkan bir sürprize şaşırmıyordu artık. Şehrin bir hediyesi kabul ediyor ve en çok da bu yönü hoşuna gidiyordu. Ruhu, mazisi, hatıraları ve az biraz bildiği tarih bilgileri bile, onunla beraber kafile halinde geziniyordu.

Her seferinde diyordu ki, ‘Bu adımladığım sokakların 100-200 yıl öncesini, şu çay içtiğim yerden görecek bir teknoloji icad edilse de seyretsem...’

Aslı geçmişte olan şehrin acuze ve aciz halini seyreden yitik şehirli olmak yerine, o medeniyetin şahidi olsam... Mesela bu fotoğrafta bir halı yıkamacı var karşıda. Hemen bitişiğinde bir tekke meşrutası, bakımsız ve güya yeni yüzyılda yapılmış ondan da bakımsız kötü görünümlü binaların........

© Yeni Asya


Get it on Google Play