TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” internet sayfasının yaratıcısı, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, bir zamanlar Kıbrıs’ın çok fakir bir ülke olduğunu yazıyor. Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Emmanuelle şöyle yazıyor:

İnanıyorum ki yirminci yüzyılın ilk yarısında Kıbrıs’taki fakirliğe dair birer belge gibidir bu sayfaya aldığım bu fotoğraflar... Herkes de buna katılacaktır... Anneleriyle birlikte olan küçük çocukların yüzlerine baktığınızda, Kıbrıslı olarak gurur duyabileceğiniz bir kararlılık ve güçlü karakterin izlerini görebilirsiniz. Bu kuşak, kesinlikle dayanıklı ve cesur bir kuşaktı, o kesin...

Fakirliğe karşın hayatta kalmak zorundaydılar – ve sakın kuşkunuz olmasın, hayatları zaman zaman zulüm altındaydı... Şimdilerde ancak düşünü kurabileceğimiz şekillerde zengindiler, buna inanıyorum... Örneğin inanıyorum ki yaşlılara, aile bireylerine ve öğretmenlere daha büyük saygı gösterilmekteydi o günlerde... Bir öğretmen olarak zaman zaman bazı öğrencilerin meslektaşlarıma davranışları midemi bulandırıyor...

İnanıyorum ki eski kuşakların toplumlarıyla daha yakın bağları vardı ve geleneksel Kıbrıslı değerlerimizi ve kültürümüzü de daha derinden takdir etmekteydiler. “Bir çocuğu yetiştirmek için bütün bir köy gerekir” deyişi de Kıbrıs’tan çıkmış olmalı çünkü bir kişi ne kadar fakir olursa olsun ya da hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, herkes bir araya gelerek hayatta kalmaları için birbirlerine yardım etmeye koşuyordu. Bunun kanıtı da BİZLERİN bugün burada olmamızdır, bunu büyük oranda anne-babalarımız ve nene-dedelerimizin yaptıkları fedakarlıklara ve hayatta kalma kararlılıklarına borçluyuz.

Yaşlı Kıbrıslılar’la yapmış olduğum neredeyse tüm röportajlarda 1920’li ve 1930’lu yıllarda özellikle de köylerde varolan fakirlikle ilgili cesur ve çarpıcı cümleler mevcuttur. Geçmişin acı hatıralarını paylaşmakta tümü de istekliydi – belki de bizlere kendi hayatımızı ya da ailelerimizi küçümsememeyi hatırlatmak için böyle yapıyorlardı... Kıbrıs’tan Hikayeler’de paylaştığım bu türden bazı hatıraları buraya alıyorum...

MİLTİADİS NEOFİTU

“Evet, fakirdik ancak ailemizin ve arkadaşlarımızın sevgisine ve desteğine sahiptik. Elimizdeki pek az şey için müteşekkirdik. Gençliğimde biz yalınayak gezerdik çünkü annemle babamın bana potin alacak aprası yoktu. Köyüm Çada’dan ayrılmaya karar vermiştim 15 yaşıma geldiğimde, böylece annemle babamın doyuracak oldukları bağızlardan biri eksilmiş olacaktı, en azından bir çocuk için kaygı duymaktan vazgeçebileceklerdi diğer çocukların yanında...”

DESPİNA MİLTİADUS

“Kardeşim Panayotis henüz dokuz aylıkken hayatını kaybetmişti. Kardeşim hastalanmıştı, babam ise onu doktora götürmeyi reddediyordu. O günlerde yollar topraktı ve otomobil de yoktu, bir hekime gitmek günler alabilirdi. Biz de dağlarda, küçük bir köyde yaşıyorduk. Belki de babamın kaygısı, çiftlikte ne kadar zaman kaybedeceğiydi doktora gitmek için zaman ayıracak olsa... Ve Panayotis’i doktora götürmeme kararından sonsuza kadar pişman olacaktı...”

AHİLLEAS DİMİTRİU

“Poli’deki ilkokula potinsiz ve yiyecek bir dilim ekmek bile olmadan gittiğimi hatırlarım, ailemin fakirliği bu boyuttaydı. Çok şükür iyi kalpli bir öğretmenimiz vardı ve okulun avlusunda köy kilisesinin en fakir öğrencileri yedirebilmesi için bir aşevi kurmasını sağlamıştı. Ve her gün yiyecek bağışlayan ve bunları bizim için pişiren köylülerimizin iyi kalpliliğine sonsuza kadar müteşekkir olacağım. Bu yardımlarla köyün fakir öğrencileri o gün hayatta kalabiliyordu çok şükür. O günlerde pek birşeyimiz yoktu. Köylerde fakir çocuklar, çoğu gece aç yatıyordu ve her zaman açtılar. Ancak her zaman ailemizin sevgisini hissediyorduk ve herhalde bizi ayakta tutan da buydu...”

AGATHİ KONSTANTİNU

“Babam Yorgos köyümüz Strumbi’de esas kunduracılardan biriydi... Hatırlarım da hiçbir zaman fakirlerden para almazdı. Müşterilerinin pek çoğu da ona müteşekkir olduklarını göstermek için kendisine bir çift potin karşılığında sepetler dolusu portokal, hellim ve birkaç somun ekmek getirirlerdi. O günlerde böyle hayatta kalıyorduk. İnsanlar birbirine yardım ederdi...”

TAKİS YUANNU

“Annemle babam köyün zengin insanları arasında değillerdi ancak her zaman potinimiz olduğundan emin olmak isterlerdi... Yalınayak çocukların en fakir ailelerden geldikleri bilinirdi ve annemle babam da insanların bize acımalarını istemezlerdi...”

ANDREAS PRASDİDİS

“Annemle babamın 14 çocuğu olmuştu ancak trajik biçimde altısı çok küçükken ölmüştü. İnanıyorum ki beslenme yetersizliğinden ya da ilaç bulunamayışından ötürü ölmüşlerdi... Babam Zaharias fakir bir adamdı ve ailemizin temel ihtiyaçlarını karşılamak için çok çalışırdı. Her gün eşeğiyle uzaklara gider, taze yumurta satmaya çalışırdı. Böyle hayatta kalırdık. Eşim eleni de çok fakir bir aileden geliyordu. Henüz küçük bir çocukken ailesi onu Mağusa’da bir ailenin yanına çocuk hizmetçi olarak çalışmak üzere gönderimişti. Bu aile de Eleni’ye çok kötü davranmaktaydı. Sürekli deviliyordu ve daha da kötüsü, zaman zaman aç bırakılıyordu Eleni. Büyük bir yoksulluk içinde bulunan Kıbrıs’taki pek çok fakir aile, evlatlarını çocuk hizmetçi olarak çalışmaya gönderiyordu zaman zaman. Bazı çocuklar yanına verildikleri ailelerin iyi davranışlarıyla karşılaşıyordu ancak eşim Eleni gibi çocukların da korkunç bir çocukluğu oluyordu...”

EROL ERALP

“O günlerde ailem hayatta kalmaya çalışıyordu. Singrassi köyünde hayat koşulları daha da zorlaşıyordu ve İkinci Dünya Savaşı sırasında çaresizlik de artmıştı... Hatırlarım da bir keresinde üç gün boyunca yiyebileceğimiz hiçbirşey olmamıştı. Üç gün boyunca aç kaldığınızı düşünebiliyor musunuz? Kardeşim Ahmet, büyük bir olasılıkla ya yiyecek veya sudan bulaştığı dizanteriden vefat etmişti. Annemle babamın onu doktora götürecek paraları yoktu. Zavallı çocuk evde, ishalden ölmüştü. Çok korkunçtu. Ne kadar fakir olduğumuzu bilmiyorduk. Bize göre bu, normal bir hayattı. Bugün cennette yaşıyoruz. Fakirliğin ne olduğunu bilmiyoruz...”

STELYOS PANAYOTU

“Annemle babam beni okula gönderemeyecek kadar fakirdi. Üçüncü sınıftan sonra okuldan ayrılmak zorunda kalmıştım. Köyümüz Lagudera’da pek çok çocuk vardı ki bu çocuklar okuldan alınıyordu, ailelerine çiftlikte yardım etmek ya da kendilerinden küçük kardeşçiklerine bakmak üzere... Her çocuktan ailenin hayatta kalabilmesi için üstüne düşeni yapıp yardım etmesi bekleniyordu. Bugün olduğu gibi öylece oturup bütün gün oyun oynamak yoktu. Herkes o günlerde çalışırdı ve çok çalışırdı, hava durumu ne olursa olsun mutlaka çalışırlardı...”

GEORGE BABUİS

“Köyüm Nisu’da (Dizdarköy – S.U.) pek çok insan gıda ihracat şirketlerinin oynadığı oyunlar yüzünden para kaybetmişti. Örneğin alıcılar köye meyvaların toplanacağı gün gelmeye söz veriyor ancak gelmiyorlardı ve birkaç gün sonra geliyorlardı. Elbette meyvalar bozulmaya başlıyordu, böylece alıcılar yarı fiyatına alıyordu meyvaları... Ne yapabilirdik ki? Meyvaları çöpe atıp herşeyi kaybetse miydik? Hayır! Zararına satmaktan başka seçeneğimiz yoktu... Bunlar, ihracat şirketlerinin fakirler üstünde oynadığı oyunlardı...”

MARİA KONSTANTİNU

“Köyümüz Delikipos çok fakirdi. Hayatımız sürekli bir hayatta kalma mücadelesiydi... Korno’daki okula gitmek için iki mil, yalınayak yürürdüm. Bazı günler yiyecek bir dilim ekmeğim bile olmazdı. Okuldan sonra her zaman mutlaka yapılacak işler olurdu. Annemin artridi vardı ve çoğu zaman hasta yatırdı, yerinden kıpırdanamazdı. En büyük çocuktan annemle babama ve daha küçüklere bakması beklenirdi. Ki buna yemek pişirmek, evi temizlemek, köy kuyusundan içme suyu taşımak da dahildi...”

NİNA HRİSTU

“Annemle babam ben henüz bir çocukken beni çocuğu olmayan bir çifte vermeye karar vermişti. Ortanca çocuktum ben. Annemle babamın neden beni vermeye karar verdiklerini hala bilmiyorum. Çocuksuz çift, uzak bir köyde, Lefkara’da yaşıyordu. Beni evlatlık edindiklerinde ben dokuz yaşındaydım. Herhalde annemle babam bir çocuk daha besleyemeyecek durumda oldukları için beni vermişlerdi. Çok şükür beni yetiştiren insanlar iyi ve sevecen insanlardı. Bir daha da gerçek ana-babamı veya kardeşlerimi hiç görmedim.”

SOTİRİS HARALAMBUS

“O günlerde ne kadar büyük fukaralık olursa olsun, inanıyorum ki insanlar daha müteşekkirdi, daha saygılıydı, daha hoştular. Buna inanıyorum. Bunun doğru olduğunu biliyorum. Geleneklerimize ve göreneklerimize kesinlikle saygı gösteriyorduk ki bugün bunu görmek mümkün değildir...”

HRİSTOS YORGALLİS

“Babam bir orman korucusu olarak çalışıyordu ve geniş ailemizi geçindirmekte zorlanıyordu. O kadar fakirdik ki bazı günler hiç yiyeceğimiz olmuyordu. Kıbrıs’tan ayrıldım çünkü iş yoktu. Bir aylığına bir iş buluyordum, sonra da üç ay ya da bazan altı ay boyunca işsiz kalıyordum. O nedenle ayrıldım Kıbrıs’tan...”

FODULLA YEORGİU

“Kocam Dimitrius bana dokuz yaşındayken okuldan ayrılarak bir çoban olmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Çok fakir bir aileden geliyordu. Koyunlarıyla dağlardayken annesi her gün kendisine bir dilim ekmek ile birkaç zeytin getiriyordu yesin diye. Ekmek o kadar sert ve bayat oluyordu ki zaman zaman, bunu koyun sütüne batırıp yumuşatıp ancak da yiyebiliyordu. Senede bir defa, yaz aylarında koyunlarını Larnaka’daki sahile götürüyor ve onları denizde yıkıyordu. Bu sahil, köyü Yeri’den 25 mil uzaklıktaydı... Tüm gün ve gece boyunca koyunlarıyla birlikte yürüyor ve ancak da sahile varıyordu. Ailesi çok fakir olduğu halde, koyunlarından aldıkları sütü köylülere satıyor ve bunun parasıyla da un, zyetinyağı gibi temel ihtiyaçlarını satın alarak hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Dimitrius 15 yaşındayken köyün futbol takımıyla Lefkoşa’daki bir takıma karşı futbol oynaması için davet edilmişti ancak giyecek potini yoktu. Annesinin potinlerini giydi ve annesinin potinleriyle oynadığı futbol karşılaşmasında, o potinlerle bir gol attı. Aman Tanrım, o gün o kadar mutlu olmuştu ki! İki sene sonra, 17 yaşındayken annesi ona hayatında ilk defa sahip olacağı bir çift potin satın almıştı – Kıbrıs’tan ayrılarak Avustralya’ya gidecekti çünkü...”

Baf'ın Strumbi köyünden Agathi sağda, ablası ve çocuklarla 1947'de...

Bir zamanlar Kıbrıs'ta çocuklar ancak okula gittiklerinde potin giyerdi, gündelik hayatta köylerde yalınayak dolaşırlardı...

(Sayfadaki tüm fotoğraflar TALES OF CYPRUS’tan alınmıştır...)

(TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfasında yer alan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN):

QOSHE - “Kıbrıs, bir zamanlar çok fakir bir ülkeydi...” - Sevgül Uludağ
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Kıbrıs, bir zamanlar çok fakir bir ülkeydi...”

7 1
24.02.2024

TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” internet sayfasının yaratıcısı, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, bir zamanlar Kıbrıs’ın çok fakir bir ülke olduğunu yazıyor. Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Emmanuelle şöyle yazıyor:

İnanıyorum ki yirminci yüzyılın ilk yarısında Kıbrıs’taki fakirliğe dair birer belge gibidir bu sayfaya aldığım bu fotoğraflar... Herkes de buna katılacaktır... Anneleriyle birlikte olan küçük çocukların yüzlerine baktığınızda, Kıbrıslı olarak gurur duyabileceğiniz bir kararlılık ve güçlü karakterin izlerini görebilirsiniz. Bu kuşak, kesinlikle dayanıklı ve cesur bir kuşaktı, o kesin...

Fakirliğe karşın hayatta kalmak zorundaydılar – ve sakın kuşkunuz olmasın, hayatları zaman zaman zulüm altındaydı... Şimdilerde ancak düşünü kurabileceğimiz şekillerde zengindiler, buna inanıyorum... Örneğin inanıyorum ki yaşlılara, aile bireylerine ve öğretmenlere daha büyük saygı gösterilmekteydi o günlerde... Bir öğretmen olarak zaman zaman bazı öğrencilerin meslektaşlarıma davranışları midemi bulandırıyor...

İnanıyorum ki eski kuşakların toplumlarıyla daha yakın bağları vardı ve geleneksel Kıbrıslı değerlerimizi ve kültürümüzü de daha derinden takdir etmekteydiler. “Bir çocuğu yetiştirmek için bütün bir köy gerekir” deyişi de Kıbrıs’tan çıkmış olmalı çünkü bir kişi ne kadar fakir olursa olsun ya da hayat ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, herkes bir araya gelerek hayatta kalmaları için birbirlerine yardım etmeye koşuyordu. Bunun kanıtı da BİZLERİN bugün burada olmamızdır, bunu büyük oranda anne-babalarımız ve nene-dedelerimizin yaptıkları fedakarlıklara ve hayatta kalma kararlılıklarına borçluyuz.

Yaşlı Kıbrıslılar’la yapmış olduğum neredeyse tüm röportajlarda 1920’li ve 1930’lu yıllarda özellikle de köylerde varolan fakirlikle ilgili cesur ve çarpıcı cümleler mevcuttur. Geçmişin acı hatıralarını paylaşmakta tümü de istekliydi – belki de bizlere kendi hayatımızı ya da ailelerimizi küçümsememeyi hatırlatmak için böyle yapıyorlardı... Kıbrıs’tan Hikayeler’de paylaştığım bu türden bazı hatıraları buraya alıyorum...

MİLTİADİS NEOFİTU

“Evet, fakirdik ancak ailemizin ve arkadaşlarımızın sevgisine ve desteğine sahiptik. Elimizdeki pek az şey için müteşekkirdik. Gençliğimde biz yalınayak gezerdik çünkü annemle babamın bana potin alacak aprası yoktu. Köyüm Çada’dan ayrılmaya karar vermiştim 15 yaşıma geldiğimde, böylece annemle babamın doyuracak oldukları bağızlardan biri eksilmiş olacaktı, en azından bir çocuk için kaygı duymaktan vazgeçebileceklerdi diğer çocukların yanında...”

DESPİNA MİLTİADUS

“Kardeşim Panayotis henüz dokuz aylıkken hayatını kaybetmişti. Kardeşim hastalanmıştı, babam ise onu doktora götürmeyi reddediyordu. O günlerde yollar topraktı ve otomobil de yoktu, bir hekime gitmek günler alabilirdi. Biz de dağlarda, küçük bir köyde yaşıyorduk. Belki de babamın kaygısı, çiftlikte ne kadar zaman kaybedeceğiydi doktora gitmek için zaman ayıracak olsa... Ve Panayotis’i doktora götürmeme kararından sonsuza kadar pişman olacaktı...”

AHİLLEAS DİMİTRİU

“Poli’deki ilkokula potinsiz ve yiyecek bir dilim ekmek bile olmadan gittiğimi hatırlarım, ailemin fakirliği bu boyuttaydı. Çok şükür iyi kalpli bir öğretmenimiz vardı ve okulun avlusunda köy kilisesinin en fakir öğrencileri yedirebilmesi için bir aşevi kurmasını sağlamıştı. Ve her gün yiyecek bağışlayan ve bunları bizim için pişiren köylülerimizin iyi kalpliliğine sonsuza kadar müteşekkir........

© Yeni Düzen


Get it on Google Play