Fiona MULLEN/FINANCIAL MIRROR

Birkaç hafta önce bu gazeteye yazdığım bir makale “Müzakereci demokrasi: Kıbrıs sorunundan tek çıkış yolu mu?” başlığını taşıyordu – Kıbrıs sorununu çözmeye yönelik tarihsel süreç dizaynının başarısızlığa mahkum olduğunu ve bu süreci demokratikleştirmenin bize daha iyi bir sonuç sağlayabileceğini yazmaktaydım.

Bu makaleme üç çeşit tepki aldım.

Öncelikle hiç kimse bu sürecin dizaynının sakat olduğu düşüncesini tartışmadı. İkincisi makalemde tavsiye ettiğim bir “yurttaşlar assamblesi”ne ihtiyaç olmadığını söyledi bazıları ve bunun yerine “seçilmiş bir assamble” olması gerektiği üzerinde durdular – yani siyasi partilerin yanısıra başka çıkar grupları da seçimlere katılıp bunda yer alabilirlerdi. Üçüncüsü ise herkesin birleştiği nokta, iki tarafın siyasi liderliklerinin süreci herhangi bir şekilde gözden geçirmek için nasıl ikna edilebileceklerini sorgulamaktaydı.

Şu anda kaleme aldığım makale bu üçüncü soruyu ele alarak yeni bir sürece yönelik adımları sıralayacaktır ki bunlar tüm tarafların siyasi liderlikleri tarafından tehditkar olarak görülmeyecektir.

ÇÖZÜMLENMEMİŞ SORUN ESAS TEHDİTTİR

Öncelikle o kadar da donmuş olmayan bir sorunun neden bu adada yaşayan insanlara ciddi bir risk oluşturduğu ve öylece bırakılmaması gerektiğinin altını çizmeliyim.

Şurası kesindir ki yatırımcıları kaçırabileceği korkusuyla ara bölgede artan riskler kamuoyu önünde pek fazla öne çıkarılmıyor. Ancak Birleşmiş Milletler tarafından izlenmekte olan ara bölgedeki durumun ne kadar güvenilmez olduğunu anlamak için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki BM Barış Gücü hakkındaki Ocak ayı raporunu okumak yeterli olacaktır. Ara bölgede neredeyse her gün ihlaller olmakta ve BM raporunda da “BM misyonunun toplamda her iki taraftan 303 askeri ihlal olduğu, bunlardan 159’unun da ciddi olarak addedildiği” belirtilmektedir.

İnsan durumun ne kadar kötüye dönüşebileceğini rahatlıkla tasavvur edebilir. Ancak Birleşmiş Milletler ve diğerlerinin çok büyük çabaları sonucundadır ki bu durumlar tırmanmamıştır. Çözümlenmemiş Kıbrıs sorunu bu nedenle hem iç güvenliğe, hem de uluslararası güvenliğe yönelik devam etmekte olan bir tehdittir.

HEDEFİ SADELEŞTİRMEK...

Herkesi sürece katmanın yolu, başarılmak istenen şeyi basitleştirmektir. Herkesin kabul edeceği bir şeye ihtiyacımız vardır. Halen “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” prensibi üstünde anlaşma yoktur. Olduğunu varsaysak bile, ardarda gelen başarısızlıklar, böylesi bir federasyonun “içeriği” konusunda anlaşma olmadığının altını çizmiş durumdadır.

Hedefi herkesin kabul edebileceği oranda basitleştirmek için yukarıda sözünü ettiğimiz şeyden başlayabiliriz: Kıbrıs’taki “donmuş” çatışma, hem iç, hem de uluslararası güvenliğe yönelik devam eden bir tehdittir. İşte bu nedenle sorunu “sona erdirmek” için bir yöntem bulmak, herkesin çıkarınadır.

Bundan hareketle hedefi yeniden şöyle tanımlıyoruz: “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilecek bir çözüm...” Bunu biraz daha açayım...

“Çözüm” sözcüğüyle Kıbrıs sorununun bu süreç aracılığıyla sona ermiş olması demektir. “Müzakere edilmiş” demek ise, herhangi bir tarafın baskı altına alınmaksızın, “kafalarımıza silah dayanmadan” yapıldığı anlamındadır.

“Uzun vadeli” sözcüğü bulunacak çözümün yaşabilir ve şoklara dayanıklı olması manasına gelir.

Güvenlik riskleriyle ilgili “iç” sözcüğü, bu adada yaşayan insanların “öteki taraf ne yapabilir” konusunda bugüne kıyasla daha güvenli olmalarıdır.

Güvenlik riskleriyle ilgili “uluslararası” sözcüğü ise yalnızca ara bölgede değil, denizde de çatışma risklerinin azaltılmış olacağı manasındadır. Bu şekilde uluslararası topluluğun (öncelikle BM, ABD ve AB ve tartışılır biçimde başkaları da) o kadar da donmuş olmayan bu çatışmanın kan dökülmesine doğru tırmanmamasını sağlamak için artık çok büyük dipomatik kaynaklar ayırmaması gerekeceğidir.

DEMOKRATİKLEŞME PRENSİBİNİ KABUL ETMEK...

İkinci nokta daha kapsayıcı bir süreç prensibini kabul etmekle “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilecek bir çözüm” hedefine ulaşma şansının daha büyük olacağıdır.

Bir önceki makalemde müzakere edilmiş bir çözümün neden daha büyük başarı şansına sahip olduğunu tartışmıştım. Ancak özetle ana neden şudur: siyasi liderlere seçmenlerine kabul ettirecekleri aşırı zor kararların yükünü paylaşma olanağı verir – çünkü onları iktidara getirenler, bu insanlardır.

BUNUN POLİTİKACILAR İÇİN ÜRKÜTÜCÜ OLDUĞUNU KABUL ETMEK...

Her halukarda siyasi liderlerin müzakereci bir demokratik süreci hemen kucaklamayacaklarını da kabul etmeliyiz. Daha kapsayıcı, müzakereci bir süreç ancak ilgili tarafların siyasi liderliklerini tehdit etmeyecek biçimde dizayn edilirse başarılı olabilir. Burada yalnızca Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk liderleri dahil etmiyorum, her iki toplumdan siyasi partileri de, garantör güçleri de (Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık) ve kendi çıkarlarına uygun olmayacağı korkusuyla süreci baltalayabilecek herhangi diğer ulsulararası aktörleri de dahil ediyorum buna...

KÜÇÜK ARTIŞLAR ŞEKLİNDE PLANLAMA

Siyasi liderleri ve onları çevreleyen siyasi partileri yeni dizayn eden bir süreçle ilgili olarak nasıl rahat hissettirebiliriz? Bunun yanıtı herşeyi yavaştan almak ve küçük artışlarla hareket etmektir. “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilecek bir çözüm” için bugünden başlayarak en az 17 adım düşündüm. Bunları teker teker sıralamak istiyorum.

BİRİNCİ-DÖRDÜNCÜ ADIMLAR: BEYİN FIRTINASI VE BAŞLANGIÇ SEÇENEKLERİ...

Birinci adım, Kıbrıs sorununu hatmetmiş olan herkesi, iç ve uluslararası güvenlik risklerini azaltabilecek, ilgili tarafların siyasi liderliklerine tehdit oluşturmayacak ve günümüz seçmenlerinin beklentilerini karşılayacak (demokratik ve kapsayıcı) şekilde müzakere sürecinin nasıl yeniden dizayn edilebileceği hakkında bir beyin fırtınasında bir araya getirmektir. Bu grup, çözümün içeriğini değil, sürecin dizaynını tartışacaktır, bunu not edelim...

Evet, bu da “her zamanki insanlar”la başlamanız gerektiği anlamına gelir. Neden? Çünkü Kıbrıs sorununu günlük olarak bir saplantı gibi takip eden ve tüm karmaşıklıkları anlayan onlardır. Ancak benimle kalın çünkü bunu genişleteceğiz. 17 adımdan yalnızca ilkidir bu.

İkinci adım, bu grubun ilk adımda belirtilen ihtiyaçları karşılayacak pratik ve uygulanabilir seçenekleri hazırlamasıdır. (Benim de bunu başarmak için yanıtlanması gereken soru türlerine ilişkin bir dizi düşüncem vardır).

Üçüncü adım, bu seçenekler hakkında dünyanın başka yerlerinde başka müzakere süreçleri konusundaki uluslararası uzmanlardan geri bildirim almaktır. Bu konuda dünyada ekspertiz boldur. Dördüncü adım, bu geri bildirimlere bakarak, seçenekleri buna göre adapte etmektir.

BEŞİNCİ ADIMDAN YEDİNCİ ADIMA: SEÇMENLERDEN VE PAYDAŞLARDAN GERİ BİLDİRİM

Beşinci adım: Odak grupları ve incelemeler gibi yöntemlerle bir çekirdek ekip (veya potansiyel olarak BM) Kıbrıs’ta kamuoyundan geri bildirim alacak yeni bir süreç dizaynı için seçenekler konusunda...

Altıncı adım: Çekirdek ekip ilgili taraflarla bu sonuçları paylaşır (Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk liderler, garantör güçler, BM ve daha geniş anlamda uluslararası toplulukla). (Alternatif olarak bu iletişim, süreç aracılığıyla da yürütülebilinir).

Yedinci adım: Bu sonuçları siyasi partiler ve diğer paydaşlarla paylaşmak – bunlar normalde yasamanın danıştığı paydaşlardır (sendikalar, iş çevreleri) ve diğerleri (örneğin göçmen grupları ve diğer kırılgan gruplar).

SEKİZİNCİ VE DOKUZUNCU ADIMLAR: PİLOT UYGULAMALAR...

Sekizinci adım: Yeni sürecin pilot uygulamasını yapmak (örneğin “taklit” assamblelerde).

Dokuzuncu adım: Pilot uygulamaların sonuçlarına göre sürecin dizaynını adapte etmek...

ONUNCU VE ONBİRİNCİ ADIMLAR: SİYASİLERİN KABULÜ VE SÜRECİ ATEŞLEMEK

Onuncu adım: Pilot denemeler yapmış, paydaşlardan geri bildirim almış ve buna göre süreç dizaynını adapte etmiş vaziyette, yeniden dizayn edilmiş sürece siyasi liderliklerin kabulünü sağlamak.

Onbirinci adım: Yeni süreç ortaya konuyor. Bu bir yurttaşlar assamblesi, seçilmiş bir assamle, bir anayasa assamblesi veya başka bir şey olabilir: 1 ile 9’uncu adımlarda bunun hangi opsiyon olacağını öğreneceğiz. Süreç şeffaf tutulmalı, ayrıca bu süreçte gözlemciler-raportörler olabilir ki bunlar da siyasi liderlikleri düzenli biçimde bilgilendirebilir veya kamuoyuna tartışmalar hakkında bilgi verebilir.

Assamblenin hedefi yukarıdaki birincil hedef için tavsiyeler vermektir: “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilecek bir çözüm”...

En önemlisi, bugüne kadar yürütülmüş müzakerelerin en yanıltıcı bölümlerini ele alacaktır: askerler ve garantiler, güç paylaşımı, mülkiyet hakları, toprak ayarlamaları, bütçe sorunlar ve AB ile ekonomik entegrasyonun temposu...

Ancak assamble üyeleri, bunun nasıl olacağına dair karar verme görevine de sahip olacaklardır: Bu Annan Planı gibi “büyük bir patlama”yla mı yoksa adım adım uygulamayla veya başka bir şekilde mi olacak, ona karar vereceklerdir.

İnsan bu sürecin üç potansiyel sonucunu tahayyül edebilir. Öncelikle ve benim görüşüme göre en büyük olasılık, assamblenin “adım adım” bir yeniden yakınlaşma, güven inşası ve bazı bölgelerin entegrasyonunu, adanın daha ileri bir tarihte (belki on sene sonra) birleştirilip birleştirilmemesi için bir referandum gibi tavsiyelerde bulunabilir.

İkinci olasılık, derhal iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyonu uygulamamızı tavsiye etmeleridir. Üçüncü olasılık ise iki devletli bir çözüm tavsiye etmeleridir. İkinci ve üçüncü opsiyonların pek olası olmayacağını düşünüyorum. Ancak bu benim görüşümdür. Bunun gerçekten müzakereci bir demokratik süreç olabilmesi için herhangi bir seçenek ta başından elenmemelidir.

ONİKİNCİ VE ONÜÇÜNCÜ ADIMLAR: TAVSİYELERİN REFERANDUMA SUNULMASI...

Onikinci adım: Assamblenin tavsiyeleri sonuçlandırılır. Bunlar siyasi liderliklerle ve ayrıca diğer paydaşlarla paylaşılır.

Onüçüncü adım: Assamblenin tavsiyelerine dayalı müzakereler yürütmek üzere Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk liderlerine görev vermek üzere bir referandum yapılır.

ONDÖRDÜNCÜ VE ONBEŞİNCİ ADIM: MÜZAKERELER YENİ BİR GÖREVLENDİRMEYLE BAŞLAR...

Ondördüncü adım: Yeni görev tanımıyla iki lider müzakerelere başlarlar.

Onbeşinci adım: Müzakereci demokratik süreç esnasında tüm dikenli konular çözümlenmiş olduğu için müzakereler hızla sonuca götürülür.

ONALTINCI VE ONYEDİNCİ ADIM: ANLAŞMANIN ONAYLANMASI VE UYGULANMASI...

Onaltıncı adım: Yeni bir anlaşmanın onaylanması. Müzakereci süreç esnasında assamble bunun yasama mı yoksa referandum aracılığıyla mı olacağına karar verecektir. Yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi bu adım adım süreçte assamble nihai statü konusundaki referandumun (yani Kıbrıs’ın birleştirilmesi veya ayrılma) daha ileri bir zamanda yapılmasına karar verebilir.

Onyedinci adım: Yeni bir anlaşma uygulanır ve birincil hedefe ulaşılır yani “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilmiş bir çözüm”...

Önümüzdeki birkaç hafta içerisinde insanlarla bir araya gelerek en azından bu süreçte ilk adımı başlatıp başlatamayacağımıza bakacağım. Bundan daha ileriye gitmemiz ancak nüfuz sahibi olanlara ve bunu gerçekleştirmek için düş gücüne bağlı olacaktır.

(Fiona Mullen, Sapienta Economics’in direktörüdür. 2008’den 2016 yılı başlarına kadar Hristofias-Talat döneminde BM İyi Niyet Misyonu’nun bir görevlisi olarak Kıbrıs müzakereleriyle yakından ilgiliydi, bundan önce de, sonra da danışman olarak da görev yaptı).

https://www.financialmirror.com/2024/02/25/steps-to-a-new-cyprus-problem-process/?fbclid=IwAR3g-7i4tKHPq76Sz3I2dhW1ex0Mwh8s3orqPn-dI440YvWRUehEamakBLc

(FINANCIAL MIRROR gazetesinde 25.2.2024’te yayımlanan Fiona Mullen’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

Fiona Multen

Cuellar, Gutieres ile...

QOSHE - “Yeni bir Kıbrıs sorunu çözüm sürecine yönelik adımlar...” - Sevgül Uludağ
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Yeni bir Kıbrıs sorunu çözüm sürecine yönelik adımlar...”

5 7
29.02.2024

Fiona MULLEN/FINANCIAL MIRROR

Birkaç hafta önce bu gazeteye yazdığım bir makale “Müzakereci demokrasi: Kıbrıs sorunundan tek çıkış yolu mu?” başlığını taşıyordu – Kıbrıs sorununu çözmeye yönelik tarihsel süreç dizaynının başarısızlığa mahkum olduğunu ve bu süreci demokratikleştirmenin bize daha iyi bir sonuç sağlayabileceğini yazmaktaydım.

Bu makaleme üç çeşit tepki aldım.

Öncelikle hiç kimse bu sürecin dizaynının sakat olduğu düşüncesini tartışmadı. İkincisi makalemde tavsiye ettiğim bir “yurttaşlar assamblesi”ne ihtiyaç olmadığını söyledi bazıları ve bunun yerine “seçilmiş bir assamble” olması gerektiği üzerinde durdular – yani siyasi partilerin yanısıra başka çıkar grupları da seçimlere katılıp bunda yer alabilirlerdi. Üçüncüsü ise herkesin birleştiği nokta, iki tarafın siyasi liderliklerinin süreci herhangi bir şekilde gözden geçirmek için nasıl ikna edilebileceklerini sorgulamaktaydı.

Şu anda kaleme aldığım makale bu üçüncü soruyu ele alarak yeni bir sürece yönelik adımları sıralayacaktır ki bunlar tüm tarafların siyasi liderlikleri tarafından tehditkar olarak görülmeyecektir.

ÇÖZÜMLENMEMİŞ SORUN ESAS TEHDİTTİR

Öncelikle o kadar da donmuş olmayan bir sorunun neden bu adada yaşayan insanlara ciddi bir risk oluşturduğu ve öylece bırakılmaması gerektiğinin altını çizmeliyim.

Şurası kesindir ki yatırımcıları kaçırabileceği korkusuyla ara bölgede artan riskler kamuoyu önünde pek fazla öne çıkarılmıyor. Ancak Birleşmiş Milletler tarafından izlenmekte olan ara bölgedeki durumun ne kadar güvenilmez olduğunu anlamak için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki BM Barış Gücü hakkındaki Ocak ayı raporunu okumak yeterli olacaktır. Ara bölgede neredeyse her gün ihlaller olmakta ve BM raporunda da “BM misyonunun toplamda her iki taraftan 303 askeri ihlal olduğu, bunlardan 159’unun da ciddi olarak addedildiği” belirtilmektedir.

İnsan durumun ne kadar kötüye dönüşebileceğini rahatlıkla tasavvur edebilir. Ancak Birleşmiş Milletler ve diğerlerinin çok büyük çabaları sonucundadır ki bu durumlar tırmanmamıştır. Çözümlenmemiş Kıbrıs sorunu bu nedenle hem iç güvenliğe, hem de uluslararası güvenliğe yönelik devam etmekte olan bir tehdittir.

HEDEFİ SADELEŞTİRMEK...

Herkesi sürece katmanın yolu, başarılmak istenen şeyi basitleştirmektir. Herkesin kabul edeceği bir şeye ihtiyacımız vardır. Halen “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” prensibi üstünde anlaşma yoktur. Olduğunu varsaysak bile, ardarda gelen başarısızlıklar, böylesi bir federasyonun “içeriği” konusunda anlaşma olmadığının altını çizmiş durumdadır.

Hedefi herkesin kabul edebileceği oranda basitleştirmek için yukarıda sözünü ettiğimiz şeyden başlayabiliriz: Kıbrıs’taki “donmuş” çatışma, hem iç, hem de uluslararası güvenliğe yönelik devam eden bir tehdittir. İşte bu nedenle sorunu “sona erdirmek” için bir yöntem bulmak, herkesin çıkarınadır.

Bundan hareketle hedefi yeniden şöyle tanımlıyoruz: “İç ve uluslararası güvenlik tehditlerini uzun vadede azaltacak bir sonuç için Kıbrıs adasında müzakere edilecek bir çözüm...” Bunu biraz daha açayım...

“Çözüm” sözcüğüyle Kıbrıs sorununun bu süreç aracılığıyla sona ermiş olması demektir. “Müzakere edilmiş” demek ise, herhangi bir tarafın baskı altına alınmaksızın, “kafalarımıza silah dayanmadan” yapıldığı anlamındadır.

“Uzun vadeli” sözcüğü bulunacak çözümün yaşabilir ve şoklara dayanıklı olması manasına gelir.

Güvenlik riskleriyle ilgili “iç” sözcüğü, bu adada yaşayan insanların “öteki taraf ne yapabilir” konusunda bugüne kıyasla daha güvenli olmalarıdır.

Güvenlik riskleriyle ilgili “uluslararası” sözcüğü ise yalnızca ara bölgede değil, denizde de çatışma risklerinin azaltılmış olacağı manasındadır. Bu şekilde uluslararası topluluğun (öncelikle BM, ABD ve AB ve tartışılır biçimde başkaları da) o kadar da donmuş olmayan bu çatışmanın kan dökülmesine doğru tırmanmamasını sağlamak için artık çok büyük dipomatik kaynaklar ayırmaması gerekeceğidir.

DEMOKRATİKLEŞME PRENSİBİNİ KABUL........

© Yeni Düzen


Get it on Google Play