İngiltere 20. yüzyılın başlarında dünyada yaşayan toplam 300 milyon Müslümanın neredeyse 250 milyonunu idaresi altında tutuyordu.

Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Katar, Kuveyt ve de Orta ve Güney Afrika'daki birçok Müslümanla beraber Uzakdoğu'daki Müslümanlar da İngiltere'nin sömürgesi altında yaşıyorlardı.

Özellikle Hindistan'a giden deniz yolunun emniyeti İngiltere siyasetinin ayrılmaz bir parçasıydı.

Bu sebeple Mısır, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Babulmendep Boğazı ayrı bir öneme haizdi.

Bugün bile İngiltere'nin bu güzergâha verdiği önem devam etmektedir.

Hal böyle olunca İngiltere İslam halifesinin kendi kontrollerinde olmasını ve bu maksatla Müslümanları rahatlıkla idare edebileceğini hesap ederek zamanla Osmanlı Sultanı ve halifesi üstünde bir etki alanı oluşturdu.

Özellikle Anadolu'nun Yunanlılar tarafından işgalinden sonra İngilizlerin Osmanlı Sultanı ve İslam halifesi üzerindeki etkisi görünür hale geldi.

İngiltere, Milli Mücadele'yi boğabilmek için 12 Eylül 1919 yılında halife ile bir anlaşma yaptı.

Anlaşmaya göre halife, işgal edilmiş İstanbul'da bulunan Dolmabahçe Sarayı'nda ikamet edebilecek fakat bunun karşılığında İngiltere'nin menfaatleri doğrultusunda görüş ve fetva yayınlayacaktı.

Halife bunun da ötesinde İngilizlerle işbirliği yapmayı zaman içerisinde yüzlerce defa ortaya koymuştur.

Atatürk'ün İngiltere tarafından dinsiz ilan edilmesi hem Anadolu hareketini bitirmek hem de sömürgecilere karşı yapılan İstiklal Harbi'nin esaret altındaki Müslümanlara sıçramasını önlemek amacını taşıdığından yazılan Şeyhülislam fetvaları İngiliz uçakları vasıtasıyla her yere ulaştırıldı.

Profesör Doktor Haydar Baş'ın Hoş Geldin Atatürk adlı eserinde Atatürk'ün, halifenin ve Şeyhülislam'ın bu fetvalarının geçersiz kılınması için Rıfat Börekçi hocaya fetva hazırlattığı ve bu fetvayı da 153 İslam âliminin imzaladığı ve Milli Mücadele'nin de bu fetvaya dayanarak yapıldığı geniş bir şekilde anlatılmaktadır.

Yani Atatürk İngilizlerle sadece sıcak savaş veya politik savaş yapmamış teopolitik bir mücadelenin içerisine de girerek bu mücadeleyi de kazanmıştır.

Yani hilafet birtakım İslamcıların iddia ettiği gibi Lozan'da verilen tavizler karşılığı falan kaldırılmamıştır.

Hilafet kurumu kaldırılmamış, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne devredilmiştir.

Zamanın halifesi, Müslümanların can emniyeti, mal emniyeti ve namus emniyetini sağlamakla görevliyken Anadolu'daki işgallere karşı çıkmak bir tarafa İngilizlerle işbirliği yaptığı için gayrimeşru ilan edilmiş ve adeta Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve Türk milleti tarafından hukuksuz sayılmıştır.

Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu döneminde özellikle Tanzimat'tan sonra Ruslar Ortodoksların ve Ermenilerin; Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizler ise Katoliklerin ve diğer Hıristiyan mezheplerinin hamileliğine soyunmuşlardı.

Osmanlı Devleti'ne müdahale etmek isteyen dış güçler bunu kendi dindaşları ve mezhepdaşlarını koruma bahanesi üzerinden yaparak devleti devamlı zayıflattılar.

Adli ve mali kapitülasyonlarla beraber bu dini müdahaleler devleti yıkılmaya kadar götürdü.

Lozan'da bu meseleler gündeme geldiği zaman TBMM heyeti "Biz laik bir ülke olacağız dolayısıyla sizin din adamlarına Osmanlı Devleti döneminde verilen imtiyazların hepsi geçersizdir. Biz laik bir devletiz, dolayısıyla bu konuda sizin din adamlarınız bizim din adamlarımızdan daha üstün olamaz" şeklinde mukabele etmişlerdi.

Söylenenin tam aksine laiklik ilkesinin uygulanması en fazla İngiltere'yi rahatsız etmiştir. Çünkü laiklik yabancıların işine gelmediği gibi laik devlet eşit devlet anlamına geliyordu.

Eşitlik yabancıların olağanüstü haklarını kaybetmesi anlamına geldiği için İngiltere ve diğer sömürgeci devletler buna şiddetle karşı çıktılar.

Lozan'da tartışılan en önemli konulardan bir tanesi de azınlık meselesiydi.

Yabancılar soy bakımından azınlığı bize dayatmak isteseler de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti soy bakımından değil, din bakımından azınlık kavramını gündeme getirerek tezlerini kabul ettirdi.

"Müslüman olmayan azınlıklar" kavramı böylece kayda geçirildi.

Yani "Müslümanlar asli unsurdur ve Türk kimliğine sahiptir. Gayrimüslimler azınlıktır" kuralı hukuki bir hüviyet kazandı.

Sonuçta laiklikle beraber yabancılar imtiyazlarını kaybettiler.

Eğer laik devlet tutumu sonlanırsa yabancılar yeniden dini haklar talep edecektir. Örneğin Fener Rum Patriği tekrar ekümenik olabilecektir. Fener Rum Patriğini laiklik ilkesiyle beraber Eyüp Kaymakamına bağlamak mümkün olmuştur.

Lozan'da onlar bize değil biz onlara laikliği kabul ettirdik.

Örneğin Tanzimat'la beraber başlayan kilise yapımı Lozan sayesinde Türkiye Cumhuriyeti'nde yasaklandı.

Hristiyanlar, Tanzimat'la beraber Osmanlı Devleti'nin en gözde şehirlerinde yerden mantar biter gibi kilise inşa etmeye başladılar.

İstanbul, Kudüs, Kahire, Beyrut, Diyarbakır, Adana, Mersin, Antalya ve İzmir başta olmak üzere Rumeli ve Anadolu'da her yerde ve her mezhepten kiliseler ve misyoner okulları İmparatorluğun her yanını örümcek ağı gibi sarmıştı.

Lozan'la beraber bırakınız kilise inşa etmeyi kilise tamiri bile yasaklandı.

8 Ekim 2023'te Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa sıfırdan yapılan bir kilisenin açılışını yaptı.

İstanbul Yeşilköy'de inşa edilen Süryani kilisesi 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizin ilk kilisesi olma unvanı taşıyor taşımasına da bu Lozan'a aykırı bir şekilde azınlıklara karşı verdiğimiz en önemli dini, milli ve hukuki tavizlerden sadece bir tanesidir.

QOSHE - Lozan'da laikliği biz dayattık -2- - Cihat Tekin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Lozan'da laikliği biz dayattık -2-

29 30
16.12.2023

İngiltere 20. yüzyılın başlarında dünyada yaşayan toplam 300 milyon Müslümanın neredeyse 250 milyonunu idaresi altında tutuyordu.

Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Katar, Kuveyt ve de Orta ve Güney Afrika'daki birçok Müslümanla beraber Uzakdoğu'daki Müslümanlar da İngiltere'nin sömürgesi altında yaşıyorlardı.

Özellikle Hindistan'a giden deniz yolunun emniyeti İngiltere siyasetinin ayrılmaz bir parçasıydı.

Bu sebeple Mısır, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Babulmendep Boğazı ayrı bir öneme haizdi.

Bugün bile İngiltere'nin bu güzergâha verdiği önem devam etmektedir.

Hal böyle olunca İngiltere İslam halifesinin kendi kontrollerinde olmasını ve bu maksatla Müslümanları rahatlıkla idare edebileceğini hesap ederek zamanla Osmanlı Sultanı ve halifesi üstünde bir etki alanı oluşturdu.

Özellikle Anadolu'nun Yunanlılar tarafından işgalinden sonra İngilizlerin Osmanlı Sultanı ve İslam halifesi üzerindeki etkisi görünür hale geldi.

İngiltere, Milli Mücadele'yi boğabilmek için 12 Eylül 1919 yılında halife ile bir anlaşma yaptı.

Anlaşmaya göre halife, işgal edilmiş İstanbul'da bulunan Dolmabahçe Sarayı'nda ikamet edebilecek fakat bunun karşılığında İngiltere'nin menfaatleri doğrultusunda görüş ve fetva yayınlayacaktı.

Halife bunun da ötesinde İngilizlerle işbirliği yapmayı zaman içerisinde yüzlerce defa ortaya koymuştur.

Atatürk'ün İngiltere tarafından dinsiz ilan edilmesi hem Anadolu hareketini bitirmek hem de sömürgecilere karşı yapılan İstiklal Harbi'nin esaret altındaki Müslümanlara sıçramasını önlemek amacını taşıdığından yazılan Şeyhülislam fetvaları İngiliz uçakları vasıtasıyla her yere ulaştırıldı.

Profesör Doktor Haydar Baş'ın Hoş Geldin Atatürk adlı eserinde Atatürk'ün, halifenin ve Şeyhülislam'ın bu fetvalarının geçersiz kılınması için........

© Yeni Mesaj


Get it on Google Play