Bilindiği üzere her insanın kalbinden Cenab-ı Vacibu'l- Vücud Hazretlerine bir yol gider. "Sadık" dediğimiz kul, o yola girmiş ve Allah'ı bulmaya, O'nun tecellilerine mazhar olmaya karar vermiş bahtiyar insandır.

Her gün beş vakit namazımızda Fatiha suresinde okuyoruz: "Biz doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil" diye her gün namazımızda, biz bu nimet sahibi, kalbi Allah'ın tecellileri ile bezenmiş insanların yolunu istiyoruz.

Peygamber Efendimiz'e soruyorlar: "Ya Resûlallah! Kiminle arkadaş, dost olalım?"

Peygamber Efendimiz; "Şahsını gördüğünüzde size, Allah'ı hatırlatan insanlarla dost olunuz" buyuruyor.

Demek ki insanlar meşreplerine, mesleklerine, vasıflarına göre bize bazı şeyleri hatırlatıyor.

Eleştirmek babından söylemiyorum ama akşama kadar davul zurna çalan bir adama gidersen herhalde sana davul-zurnadan başka bir şeyi hatırlatmaz, oyunu hatırlatır, değil mi? imamı da görseniz herhalde kumarı hatırlamazsınız. Namazı, Allah'ı hatırlatır...

Bize, Allah'ı hatırlatacak dostlar lazım. Onlarla beraber olmak güzel şeydir. O yoldan mahrumiyetin bedelini çok ağır faturalarla ödeyeceğimizi hiçbir zaman unutmayalım. Niye?

Bir insanın benliğinden uzak kalması kadar büyük bir musibet olamaz. Bir insanın manevi benliği vardır, milli benliği vardır.

Bu manevi ve milli benliklerin dışına çıktığınız zaman insan bir ot gibi olur. Bir değeri de kalmaz. Kimse tarafından da sevilmez. itibar sahibi olmak istiyorsanız kimliği olan bir şahsiyet olmaya gayret etmeniz lazımdır.

Peki, en güzel kimlik kime aittir? Tabii ki Allah'a aittir. O'nu sevenlere aittir.

Milletimizin, hatta bütün insanlığın da muhtaç olduğu kimlik bu kimliktir. Bunun için hep beraber gayret etmemiz gerekmektedir.

Allah'ın tecelli ettiği kalp

İnsan-ı kâmil olma yolunda birçok husus vardır. Bunlardan birisi de vesile ve rabıta olarak kendini gösterir. Fakat bu iki hususta bazı itirazlar söz konusu olabiliyor.

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde, "Vesileye sarılınız" buyuruyor. "Onlar Allah'ın hidayet ettiği insanlardır. Onların hidayetine uy" buyuruyor.

"Sadıklarla beraber olun" buyuruyor. Buradaki incelik şudur ki; bir insan Cenab-ı Hakk'ı ne kadar zikrederse O'na o kadar takarrub eder, yani yaklaşır. Allah'a ne kadar yaklaşırsa ondan daha fazla Allah ona yaklaşır.

Allah; "Eğer siz, Bana yürüyerek gelirseniz Ben size koşarak gelirim. Ben, sizin gören gözünüz, işiten kulağınız, yürüyen ayağınız olurum" buyuruyor. Bu, kudsi hadistir.

Siz, "Allah" diyorsunuz, bir adım atıyorsunuz, Allah da "ne var kulum?" diye iki-üç adım atıyor.

Bu, birbirine karşı oluşta, yürüyüşte, Allah'ın, kulunun kalbine tecelli etmesi vardır. Buna biz "nazar-ı İlahi" diyoruz.

Allah'ın zikri ile dilini ve kalbini meşgul eden insanın kalbine Allah tecelli eder. Allah'ın tecelli ettiği kalp de bu âlem gibi sonsuz bir manzaraya dönüşür.

Yani insanın içi, iç tabiatı rahatlar, genişler, huzur bulur, saadete erer. Sanki o, "Allah" dedikçe, Rabbi ile beraber konuşur haldedir.

Ayet-i kerimede; "Beni zikret ki Ben de seni zikredeyim" buyuruluyor. Burada Cenab-ı Hak, kuluyla, aynı zamanda bir pazarlık da yapıyor.

Her ibadetin bir zamanı, bir mekânı vardır. Namazı herhangi bir mekân olmadan kılamazsınız. Haccı herhangi bir ülkede yapamazsınız. Zekât vermek için ise iktidar sahibi olacaksınız.

Ama zikre gelince bunun hiçbir şartı yoktur. Bir insan temiz iken de Allah'ı zikreder, gusül abdesti alması gerektiği halde de Allah'ı zikreder.

Mesela ölüm meleği geldi. Fakat siz o anda temiz değilsiniz. Ama Allah buna rağmen sizin zikretmenizi, şahadet getirmenizi emrediyor. Orada Allah'ı zikretmenin hiçbir mahsuru yoktur. Onun için "Allah'ı zikir en büyüktür."

Çünkü her şartta, her zamanda kul Allah ile beraber oluyor da ondan. İslam, kula, Allah'a vâsıl olsun diye böyle muazzam bir kapı açmıştır.

Dolayısıyla her halimizde Cenab-ı Hakk'ı zikretmek, O'na vuslat etmek caizdir ve de lazımdır.

Böyle ulu'l azim bir taatı, ibadeti bir insan yapmakla Allah'a yürüyor, Allah da o kulunun kalbine tecelli ediyor.

Bir kulun nasıl maddi serveti varsa, tecelli eden o feyz-i İlahi, o muhabbet-i ilahi de o kulun manevi serveti oluyor. İnsanın maddi servetinin yeri cebi, manevi servetinin yeri kalbidir. "Kalbi zengin insan" diyoruz.

Bu insan, Allah'ın sevgisini gönlünde biriktiren insandır. "Allah"ı zikretmiş, Allah'ın sevdasını, muhabbetini kalbinde stok etmiştir.

Buraya gelmişken önemli bir hususu hatırlatalım. Muhabbet-i İlahi de mahluktur. Mahlukat nev'indendir.

Bazıları "öyle şey mi olur?" diyor. Böylece Allah'ın mahluk olarak yarattığı o muhabbeti, halik olarak vasfediyor ki bir başkasını itham ederken kendisi küfürle karşı karşıya kalıyor. (Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Dergisi Haziran 2018)

QOSHE - Allah’ı hatırlatan dost - Prof. Dr. Haydar Baş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Allah’ı hatırlatan dost

26 31
10.03.2024

Bilindiği üzere her insanın kalbinden Cenab-ı Vacibu'l- Vücud Hazretlerine bir yol gider. "Sadık" dediğimiz kul, o yola girmiş ve Allah'ı bulmaya, O'nun tecellilerine mazhar olmaya karar vermiş bahtiyar insandır.

Her gün beş vakit namazımızda Fatiha suresinde okuyoruz: "Biz doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil" diye her gün namazımızda, biz bu nimet sahibi, kalbi Allah'ın tecellileri ile bezenmiş insanların yolunu istiyoruz.

Peygamber Efendimiz'e soruyorlar: "Ya Resûlallah! Kiminle arkadaş, dost olalım?"

Peygamber Efendimiz; "Şahsını gördüğünüzde size, Allah'ı hatırlatan insanlarla dost olunuz" buyuruyor.

Demek ki insanlar meşreplerine, mesleklerine, vasıflarına göre bize bazı şeyleri hatırlatıyor.

Eleştirmek babından söylemiyorum ama akşama kadar davul zurna çalan bir adama gidersen herhalde sana davul-zurnadan başka bir şeyi hatırlatmaz, oyunu hatırlatır, değil mi? imamı da görseniz herhalde kumarı hatırlamazsınız. Namazı, Allah'ı hatırlatır...

Bize, Allah'ı hatırlatacak dostlar lazım. Onlarla beraber olmak güzel şeydir. O yoldan mahrumiyetin bedelini çok ağır faturalarla ödeyeceğimizi hiçbir zaman unutmayalım. Niye?

Bir insanın benliğinden uzak kalması kadar büyük bir musibet olamaz. Bir insanın manevi benliği vardır, milli benliği vardır.

Bu manevi ve milli benliklerin dışına çıktığınız zaman insan bir ot gibi olur. Bir değeri de kalmaz. Kimse tarafından da sevilmez. itibar sahibi olmak istiyorsanız kimliği olan bir şahsiyet olmaya gayret etmeniz lazımdır.

Peki, en güzel........

© Yeni Mesaj


Get it on Google Play