Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk. Bir hadise olduğunda, daha detayları ortaya çıkmadan toplum adeta bıçakla kesilmiş gibi ortadan ikiye ayrılıveriyor.

Bir kesim, haberi duyduğu andan itibaren olağan şüphelileri tespit ediyor ve var gücüyle saldırmaya başlıyor. Marjinal örgütler, müzmin muhalifler, hadiseden fırsat devşirme peşindeki siyasetçiler, sansasyon peşindeki gazeteciler, ajan-provokatörler ve daha nicesi meselenin üzerine üşüşüp çıkardıkları büyük gürültü ve yaygarayla hakikatin ortaya çıkmasına mani oluyorlar.

Diğer kesim ise, hadisenin özünden uzaklaşıp konuyu bambaşka yerlere çeken kalabalığın yaygarasını görüp ya savunma pozisyonu alıyor ya da sessizliğe gömülüyor.

Terörden depreme, sel baskınlarından iş kazalarına, tecavüz olaylarından istismara kadar hemen her mesele, toz-duman, gürültü içinde enine boyuna konuşulmadan maalesef kapanıp gidiyor.

Erzincan’ın İliç ilçesindeki facia sonrasında da aynı bölünmeyi yaşıyoruz.

Yanıltıcı haberler, dezenformasyon, iftiralar, ithamlar, klavye başında yapılan kahramanlıklar ve ukalalıklar, peşin suçlamalar, linçler, fırsatçılıklar, “ben demiştimler”, “ben uyarmıştımlar”, karartmalar, perdelemeler, bulandırmalar arasında facianın aslı, özü kaybolup gidiyor. Diğer kesimin ağzını ise bıçak açmıyor.

İliç’teki facia vesilesiyle şu iki hususun altını çizelim…

İki: İmam Şafi’ye ait olduğu iddia edilen ama kaynağı belli olmayan “Fitne zamanı düşman oklarını takip ediniz; o sizi hak ehline (ya da hakikate) götürür” sözü doğru bir söz değil, ya da en azından her durumda geçerli bir yöntem değil. Düşmanın, hasmın, rakibin, muhalifin pozisyonuna göre tavır belirlemek kişiyi edilgen yapar ve her zaman hakikate götürmez. Türkiye’de iktidarı destekleyen ya da genel olarak dindar/muhafazakâr kesim, tepki veya savunma pozisyonundan çıkarak, tavrını ötekinin tavrına göre belirleme huyundan vazgeçmeli, kimin ne dediğinden bağımsız olarak bir eleştiri, özeleştiri, muhasebe kültürünü inşa etmelidir. Böyle bir kültür, cemiyete, cemaate, mahalleye ya da otoriteye zarar vermez, tam tersine hayra vesile olur.

Emeğin ve emekçinin hakkını savunmak, hak için örgütlenmek, iş güvenliği konusunda hassasiyet göstermek modern dünyanın ya da sol hareketlerin şurada 100 yıldır ilgilendiği mesele iken bizde kökleri asırlar öncesine dayanıyor. Sol, bu konuları tekeline almak istiyor diye, imânî, itikâdî boyutu olan bu meseleleri ihmal edecek değiliz. Onlar çok gürültü koparıyor diye suskunluğa gömülecek değiliz.

Başta İliç’teki facia olmak üzere her toplumsal hadisede kimin ne dediğine, ne yaptığına bakmadan cesur, kararlı tavır belirlemek zorundayız.

İliç’te ne oldu? Facia nasıl geldi? İhmal var mı? İmtiyaz var mı? Göz yumma var mı? Usulsüzlük var mı? Bu ve daha nice soruya tatminkâr cevaplar bekliyoruz. Her iddianın detaylıca incelenip açıklığa kavuşmasını, sorumluların da en ağır şekilde cezalandırılmasını umuyoruz.

Ne insanların ölmesinden fırsat devşirme kalleşliği ne de haksızlık karşısında susma şeytanlığı içinde olacağız. “Kol kırıldıysa, yen içinde kalmayacak” deme cesaretini göstereceğiz.

Ne diyor ayet? “İnsana emeğinden başkası yoktur”. Emek kutsaldır. Emeğin ve emekçinin hakkını, hukukunu savunmak, bir mü’minin esas meselesidir.

Facianın üzerine üşüşen fırsatçılara rağmen, hakikatin peşinden koşmazsak, sorumlulara en ağır hesabı sormazsak, toprak altında kaybettiğimiz canlar da, onların yetimleri de yakamıza yapışırlar, onlar bize hesap sorarlar.

QOSHE - Suskunluk ve linç arasında İliç - Aydın Ünal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Suskunluk ve linç arasında İliç

32 1
16.02.2024

Türkiye’nin hiçbir meselesini aklıselimle, sağduyuyla, soğukkanlılıkla konuşamaz olduk. Bir hadise olduğunda, daha detayları ortaya çıkmadan toplum adeta bıçakla kesilmiş gibi ortadan ikiye ayrılıveriyor.

Bir kesim, haberi duyduğu andan itibaren olağan şüphelileri tespit ediyor ve var gücüyle saldırmaya başlıyor. Marjinal örgütler, müzmin muhalifler, hadiseden fırsat devşirme peşindeki siyasetçiler, sansasyon peşindeki gazeteciler, ajan-provokatörler ve daha nicesi meselenin üzerine üşüşüp çıkardıkları büyük gürültü ve yaygarayla hakikatin ortaya çıkmasına mani oluyorlar.

Diğer kesim ise, hadisenin özünden uzaklaşıp konuyu bambaşka yerlere çeken kalabalığın yaygarasını görüp ya savunma pozisyonu alıyor ya da sessizliğe gömülüyor.

Terörden depreme, sel baskınlarından iş kazalarına, tecavüz olaylarından istismara kadar hemen her mesele, toz-duman, gürültü içinde enine boyuna konuşulmadan maalesef kapanıp gidiyor.

Erzincan’ın İliç ilçesindeki facia sonrasında da aynı bölünmeyi yaşıyoruz.

Yanıltıcı haberler, dezenformasyon, iftiralar, ithamlar, klavye başında yapılan kahramanlıklar ve ukalalıklar, peşin suçlamalar, linçler, fırsatçılıklar, “ben........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play