Bir fotoğraf tek başına çok şey ifade eder. Merkel, Trump ile bir görüşme yapıyor. Adet olduğu üzere görüşme sonrası medyanın karşısına çıkılır. Merkel, tokalaşmak için elini uzatıyor, Trump ise sağa sola bakıyor. Merkel’in eli havada kalıyor ve tokalaşma olmadan basın açıklaması sona eriyor. Bir yönüyle ABD Başkanı, Avrupa devletlerini yok sayıyordu.

AB’nin kaderi birçok yönden ABD yönetiminin nasıl şekilleneceğine bağlı. Her ne kadar Birleşik Devletler’deki yönetim değişikliğinin başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın başka ülkelerini nasıl etkileyeceği konuşulsa da bu gelişmelerden en fazla AB ülkeleri etkilenir.

Trump’ın öne çıkan belli başlı görüşleri var.

Rusya ile barış halinde olmak.

Orta Doğu’da lüzumsuz yere enerji harcamamak.

İran’ı baskılamak, bunu daha çok ambargolar yoluyla yapmak.

Çin ile ticarî ve jeopolitik güç mücadelesini birincil politika haline getirmek.

Avrupa’yı kendi haline terk etmek.

Başta Latin Amerika ülkesi Meksika olmak üzere sınır göçü olan düzensiz göçe karşı zorlaştırıcı tedbirler almak.

ABD’nin güvenlik güçleriyle koruma sağladığı “Japonya” gibi devletleri daha büyük rakamlar kazanarak korumak.

Küreselciler, ABD’ye kökten bağlı olmayan Hispanikler, Siyahiler, Latin Amerikalılar, Afrikalılar vb diğer göçmen vatandaşlara karşılık, Trump’ın ise kendi destekçisi olan iç ABD ya da beyaz Amerikalıların geleceğini korumak gibi bir önceliği var.

Son günlerde Teksas’ta çıkan tartışmalar derinleşebilir. Bilindiği gibi ABD eyaletlerden oluşan bir birlik değil, bir bakıma devletlerden oluşan bir birliktir. Bu bağlamda krizin derinleşme riski daha yüksek. Kendinizi vergi veren bir ABD vatandaşı olarak hayal edin. Vatandaşlık sorumluluğu gereği, yaptığınız bütün ticarî faaliyetler neticesinde kuruşu kuruşuna verginizi ödeyip vatandaşlığın bütün gereklerini yerine getiriyorsunuz. Fakat New York’taki bir avuç Yahudi finans cambazı ülkenizin bütün kaynaklarını tepe tepe kullanabiliyor. Küreselleşme karşıtlarının daha çok merkez eyaletlerde olması oldukça anlamlı bir durum.

Silah tüccarları, ABD ordusunu savaşa sürükleyebiliyor. Bir bankanın içi boşaltılarak ülke çapında krizler oluşturabiliyor. Dünya Ticaret Merkezi bir komplo ile yıkılıp üç Müslüman ülke işgal edilebiliyor. ABD yönetimi eliyle kontrol edilemeyen bir devlet aygıtına dönüşmüş durumda. Eskiden bu yaklaşım geri kalmış ülkeler için geçerliydi. Demokratların ülkeye dair bir hassasiyetlerinin olmadığına dair kanaat gün geçtikçe cumhuriyetçiler arasında yaygınlaşıyor. Bizde ‘vatan haini’ kavramı çekirdek ABD’de farklı bir boyut kazanıyor. Bu ayrışmanın dindarlık-din dışılık gibi bir boyutu da var. ABD’de merkez-çevre tartışması derinleşerek devam edeceğe benziyor. Muhtemeldir ki Trump seçimle iş başına gelince bu kez sahildeki küreselciler isyan edecek.

ABD’de de gerçekleşen 11 Eylül saldırısının, ki biz de dil alışkanlığı gereği “saldırı” diyoruz, bütün dünyada nasıl bir şok dalgası oluşturduğunu bilmeyen yok gibidir. ‘Amerikan rüyası’ diye tabir edilen özgürlükler ülkesi, bir anda kâbus adasına dönüştü. ABD içerisinde insanlar bir koridordan öbürüne geçerken güvenlik kontrolünden geçiyordu. El-kaide ne menem şeyse bütün ülke korkudan tir tir titriyordu. Her Allah’ın günü yakalanan bir Müslüman figürü medyada boy gösteriyordu.

ABD içerisinde vatandaşlar korkudan kâbus yaşarken bir anda Irak, Afganistan ve Yemen düşman ilan edildi ve ABD ordusu iki devleti işgal edip Yemen’i istikrarsızlaştırdı. Irak’ta bir milyon, Afganistan’da bir milyon insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan sakat kaldı, bir o kadar insan da yeryüzünde mülteci ve sürgün hayatı yaşıyor.

Trump çıkıp ne dedi “11 Eylül saldırısı olmadı, yani bu komployu ABD yaptı. 9 trilyon dolar hazine parası hiç oldu, milyonlarca insan öldü, askerlerimiz öldü ne karşılığında? Bir hiç uğruna.”

Bir devletin on yıllık stratejini üzerine kurduğu üç ülkeyi işgal ettiği gerçekliğin bir kurgudan ibaret olduğunu yıllar sonra öğrenmek ne kadar şaşırtıcı değil mi,

İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı soykırıma, ABD’li vatandaşların tepkisi salt zulüm protestosu değil aynı zamanda bu korkunç Yahudi kuşatmasına olan tepkidir.

ABD seçimleri hâlâ dünyanın bütününü etkileme potansiyeline sahip. Bu etki karşısında en kırılgan ülkeler Avrupa ülkeleridir. Ukrayna- Rusya savaşı AB’nin bağımlılığını daha da derinleştirdi.

QOSHE - Trump’ın dönüşü AB ülkeleri için yeni bir kâbus mu? - İhsan Aktaş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Trump’ın dönüşü AB ülkeleri için yeni bir kâbus mu?

11 4
30.01.2024

Bir fotoğraf tek başına çok şey ifade eder. Merkel, Trump ile bir görüşme yapıyor. Adet olduğu üzere görüşme sonrası medyanın karşısına çıkılır. Merkel, tokalaşmak için elini uzatıyor, Trump ise sağa sola bakıyor. Merkel’in eli havada kalıyor ve tokalaşma olmadan basın açıklaması sona eriyor. Bir yönüyle ABD Başkanı, Avrupa devletlerini yok sayıyordu.

AB’nin kaderi birçok yönden ABD yönetiminin nasıl şekilleneceğine bağlı. Her ne kadar Birleşik Devletler’deki yönetim değişikliğinin başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın başka ülkelerini nasıl etkileyeceği konuşulsa da bu gelişmelerden en fazla AB ülkeleri etkilenir.

Trump’ın öne çıkan belli başlı görüşleri var.

Rusya ile barış halinde olmak.

Orta Doğu’da lüzumsuz yere enerji harcamamak.

İran’ı baskılamak, bunu daha çok ambargolar yoluyla yapmak.

Çin ile ticarî ve jeopolitik güç mücadelesini birincil politika haline getirmek.

Avrupa’yı kendi haline terk etmek.

Başta Latin Amerika ülkesi Meksika olmak üzere sınır göçü olan düzensiz göçe karşı zorlaştırıcı tedbirler almak.

ABD’nin güvenlik güçleriyle koruma sağladığı “Japonya” gibi devletleri daha büyük rakamlar kazanarak korumak.

Küreselciler, ABD’ye kökten bağlı olmayan Hispanikler, Siyahiler, Latin Amerikalılar, Afrikalılar vb diğer göçmen vatandaşlara karşılık, Trump’ın ise kendi destekçisi olan iç ABD ya da beyaz Amerikalıların geleceğini korumak gibi bir önceliği var.

Son günlerde........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play