Sevinçliyiz. Gazetemiz, “Türkiye’nin Birikimi” Yeni Şafak tam 30 yaşına girdi çünkü. Bu 30 yılın 12 yılına fiilen şahitlik eden bir köşe yazarı olarak, cümlenin gerçek anlamıyla “burada, bu gazetede olmaktan gurur duyuyorum.”

Bu gururun pek çok nedeni var ama birkaçını burada sıralamak isterim.

Öncelikle Yeni Şafak, yayın çizgisini 30 yıldır “ana cadde”den hiç çıkarmayan bir gazete. Ne demek bu? Türkiye’nin en geniş kesimini temsil eden “dindar, mütedeyyin ve ötekileştirilmiş halk”ın sözcülüğünü yapmaktan da, Türkiye’den yana olmaktan da hiç vazgeçmemiş demek. Diğer yandan da, verdiği kavganın aslında ne olduğunun da hep ayırdında olmuş. O kavga bir yandan muazzam bir kimlik kavgasıdır, bir yandan da Türkiye’nin “Türkiye” olarak kalmasının kavgası.

28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinde de, 2002-2010 arası süregiden vesayet rejiminde de, 17-25 Aralık süreciyle başlayan ve 15 Temmuz’a taşınan FETÖ ihaneti serüveninde de Yeni Şafak hep “hakikatin hatırı âlâdır” demenin bir yolunu bularak ve sürekli “tarihin doğru tarafında durarak” bir sergüzeşt yürüttü.

Gazetemizi, daha doğrusu TVNET’ten GZT’ye, Cins’ten Nihayet’e, ismini saydığım ya da sayamadığım tüm Albayrak Medya’nın bütün medya kuruluşlarını “yandaş medya” parantezine alıp “etki alanı daraltması” uygulamak isteyenlerin atladığı yalın gerçek şu: Yeni Şafak, herhangi bir iktidara göre hizalanan bir gazete değil. Temsil ettiği değerleri temsil ettiğini düşündüğü iktidarları destekleyen bir gazete. Bu iki destek biçiminin arasındaki ince fark aslında Yeni Şafak’ın durduğu yeri göstermesi bakımından çok kritik. Yeni Şafak’ın asıl etki alanı da tam olarak bu kritik farktan kaynaklanıyor. İlkelerinin dışına taşmadan yayıncılık yapmayı sürdürmek Yeni Şafak’ı Yeni Şafak yapan şeyin adı bana kalırsa.

Bir de işin şurasını anlatmam lazım. Benim 12 yıllık köşe yazarlığı hayatımda birlikte çalıştığım iki genel yayın yönetmeni oldu gazetede. Geçmişte İbrahim Karagül ve şimdi de Hüseyin Likoğlu. İki genel yayın yönetmenimden de herhangi bir yazımla ilgili herhangi bir müdahale gördüğümü, bana “bunu yayınlayamayız” dediklerini hiç hatırlamıyorum. Yeni Şafak’ta yazmak benim açımdan hep “dilediğimi yazmak” anlamına geldi.

Tabii, “dilediğimi yazmak” aynı zamanda başımı da gönlümce belaya sokmam manasına geldi. Hem Türkiye’deki muhalefet kanadından, hem de iktidarın içindeki bazı isimlerden gelen tepkileri (dikkat isterim: “baskı” demedim. Gördüğüm kadarıyla Yeni Şafak’a baskı yapabilecek babayiğit daha anasının karnından doğmadı çünkü) her seferinde yazarlarının lehine olacak şekilde bertaraf ettiler. Eminim ki bazı tepkileri Hüseyin Likoğlu ağabey bana ulaşmasına bile izin vermeden bertaraf ediyordur. Bundan o kadar eminim ki. Bir yazar daha ne ister ki?

Burada bir parantez daha açmam icap eder

Yeni Şafak’ta köşe yazmak, büyük, çok büyük bir geleneği devamcısı olmayı da beraberinde getiren bir sorumluluk. Bu sorumluluğu taşıyıp taşımadığımdan bağımsız olarak söylemem gerekirse geçmişte İsmet Özel’in, Rasim Özdenören’in, Akif Emre’nin, mevcutta Gökhan Özcan’ın, Hayrettin Karaman’ın, Mustafa Kutlu’nun yazdığı bir gazetede kalem oynatabilmek, o büyük geleneğe “bağlanabilmek” öyle mutluluk verici bir şey ki, anlatamam bunu size.

Albayrak Medya çatısı altında geride bıraktığım 12 yılda “devasa bir medya grubu”na dönüşümün hikâyesini de takip etme şansı buldum. Televizyonumuz TVNET’in değişimi ile başlayan süreç, Türkiye’nin en saygıdeğer dergilerinin yayınladığı dergi grubumuzla devam etti. GZT markamız ve Yeni Şafak online ise “Türkiye’de dijital medya nasıl ilerlemeli, neler yapmalı?” sorularının cevabı oldu adeta. Kurucusu olarak görev aldığım KETEBE Yayınları ise kitap yayıncılığı ile Türkiye’nin entelektüel hayatına yepyeni bir soluk getirdi. Biliyorsunuzdur, medya grubumuz yeni atağını da Radyo TVNET ile gerçekleştirdi.

Bunu söylediğim için belki de bana “ne gerek vardı?” diyecek ama bu dönüşümün mimarı olan ismi, Albayrak Medya Grubu CEO’su Mesut Albayrak’ı da mutlaka ismen anmam gerekiyor. Türkiye’deki medya ortamı için Mesut Albayrak’ın büyük bir şans olduğunu düşünüyorum ve oluşturduğu medya markalarının Türkiye için ne anlama geldiğinin ve geleceğinin önümüzdeki yıllarda çok net şekilde anlaşılacağını düşünüyorum. Ülke olarak yıpratıcı küresel dünyaya karşı verdiğimiz kimlik mücadelesinin “direniş hattı” oluşturuluyor bir bakıma.

Aileye karşı tehditlere direnmemiz, LGBT ideolojisine karşı duruşumuz, kültürel iktidar kavgamız, antiemperyalist tavrımız, birinci sınıf bir kültürel atmosfer oluşturma derdimiz ve ötesiyle Yeni Şafak, dünden bugüne, bugünden yarına dimdik ve ilkelerinden zerrece taviz vermeme derdiyle yürüyor.

O yüzden diyorum ki “Çok yaşa Yeni Şafak. Yaşa ki neyin mücadelesini verdiğimizi bir an olsun çıkarmayalım aklımızdan. Tarihin doğru tarafında durma çabamız hiç kesintiye uğramasın.”

Bu vesile, Akif Emre ağabeyden Mustafa Canbaz ağabeye, Rasim Özdenören ağabeyden Osman Akkuşak amcaya kadar birlikte yazıp çalışma şansı bulduğum ve rahmet-i rahmana kavuşan tüm Yeni Şafak çalışanlarına da binlerle Yasin, binlerle Fatiha.

QOSHE - Çok yaşa Yeni Şafak - İsmail Kılıçarslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çok yaşa Yeni Şafak

87 1
23.01.2024

Sevinçliyiz. Gazetemiz, “Türkiye’nin Birikimi” Yeni Şafak tam 30 yaşına girdi çünkü. Bu 30 yılın 12 yılına fiilen şahitlik eden bir köşe yazarı olarak, cümlenin gerçek anlamıyla “burada, bu gazetede olmaktan gurur duyuyorum.”

Bu gururun pek çok nedeni var ama birkaçını burada sıralamak isterim.

Öncelikle Yeni Şafak, yayın çizgisini 30 yıldır “ana cadde”den hiç çıkarmayan bir gazete. Ne demek bu? Türkiye’nin en geniş kesimini temsil eden “dindar, mütedeyyin ve ötekileştirilmiş halk”ın sözcülüğünü yapmaktan da, Türkiye’den yana olmaktan da hiç vazgeçmemiş demek. Diğer yandan da, verdiği kavganın aslında ne olduğunun da hep ayırdında olmuş. O kavga bir yandan muazzam bir kimlik kavgasıdır, bir yandan da Türkiye’nin “Türkiye” olarak kalmasının kavgası.

28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinde de, 2002-2010 arası süregiden vesayet rejiminde de, 17-25 Aralık süreciyle başlayan ve 15 Temmuz’a taşınan FETÖ ihaneti serüveninde de Yeni Şafak hep “hakikatin hatırı âlâdır” demenin bir yolunu bularak ve sürekli “tarihin doğru tarafında durarak” bir sergüzeşt yürüttü.

Gazetemizi, daha doğrusu TVNET’ten GZT’ye, Cins’ten Nihayet’e, ismini saydığım ya da sayamadığım tüm Albayrak Medya’nın bütün medya kuruluşlarını “yandaş medya” parantezine alıp “etki alanı daraltması” uygulamak isteyenlerin atladığı yalın gerçek şu: Yeni Şafak, herhangi bir iktidara göre hizalanan bir gazete değil. Temsil ettiği değerleri temsil ettiğini düşündüğü iktidarları destekleyen bir gazete. Bu iki destek biçiminin arasındaki ince fark aslında Yeni Şafak’ın durduğu yeri göstermesi bakımından çok kritik. Yeni Şafak’ın asıl etki alanı da tam olarak bu kritik farktan kaynaklanıyor. İlkelerinin dışına........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play