Zeki bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal, şimdiki ahmak Kamalistlerin aksine, “hilâfet” dediğimiz politik makamın ne işe yarayacağını bildiği için halife olmak istemişti. Bunun niçin mümkün olmadığını, o esnada memleketin ikinci adamı olan Kazım Karabekir Paşa, hatıratında bütün detayıyla anlatıyor.

Bu mümkün olmadığında bile Mustafa Kemal ve arkadaşları bir halife belirlemişler, hilafet bayrağının Türkiye bayrağı olarak kalmasına özen göstermişlerdi. Lozan’a giden süreçte İngiltere, tabii ki şeriatla yönetilen bir ülke olduğu için değil, hilafet makamını kendisine istediğini açık açık belirtmiş; bu tehlikeli gelişme karşısında Mustafa Kemal ve arkadaşları hilafeti ilga etmiş ama hilafet makamının mana ve mefhum olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde mündemiç olduğunu bir kanun maddesiyle kayda geçirmişlerdi. Böylelikle İngiltere dâhil herhangi bir ülkenin hilafet makamını talep etmesinin önüne geçilmişti.

Kamalistlere laf anlatmanın Ümit Özdağ’a hendek atlatmaktan zor olduğunu biliyorum ama anlatmayı deneyeceğim yine de.

Hilâfet makamı, bugün zannedildiğinin aksine dini değil son derece siyasi bir makamdır. O makamı elde etmek ve elde tutmak için büyük bir politik güce ihtiyacınız olur. Dahası, bu makamı işlevsel olarak kullanabilmek, o makamı ele geçirmek için ihtiyacınız olan politik gücün çok üzerinde bir politik güç de gerektirir.

Halifeliğin son derece güçlü ve işlevsel şekilde kullanıldığı dönemler, İslâm’ın erken dönemleriyle Osmanlı’nın hilâfet makamını devralmasını takip eden 2-3 asır olmuştur. Bu güç, tarihin belirli dönemlerinde öyle bir hale gelmiştir ki tabiri caizse “âleme nizam” vermeyi başarmıştır. Müslümanların karşısındaki blokun ilan edilecek bir cihattan, uygulanacak bir ambargodan, çıkarılacak bir savaştan ölümüne korkmasını sağlamıştır.

Bilinen şeydir: Osmanlı zayıfladıkça hilafet makamı da zayıflamış, cihat çağrılarına da, sair tekliflere de istenen ilgi oluşmamıştır.

Osmanlı’nın tarih sahnesinden silindiği, Müslümanların “sembolik” dahi olsa başsız kaldıkları bir ortamda İngiltere’nin halifeliği istemesi de bütünüyle bu “politik güç” ile ilgilidir. O dönemde Hindistan, Pakistan ve Bangladeş coğrafyasında Müslümanları “hilâfet gücü” ile sevk ve idare etmek isteyen İngiltere’nin temel hedefi emperyalist amaçlarını devam ettirebilecek bir vasat bulmaktı tabii ki.

Bugün mesleki onurunu önemseyen hiçbir tarihçi, bu anlattıklarımın dışında bir şey anlatmayacaktır bize hilâfet ile ilgili. Hilâfetin elbette siyasi bir makam olduğunu söyleyecekler, bu makamın doğru kullanıldığı dönemlerde Müslümanların çok rahat bir hayat sürdüklerini izah edeceklerdir.

Türkiye’de Kamalistlere neyin kötü olduğu kodlansa ona kötü dedikleri için hilâfet makamını pekâlâ bir “yobazlıkla kurulmuş uzay” olarak değerlendiriyorlar. Oysa hilâfet, güçlü bir politik düzlemde o ülkenin gücüne güç katmaya yarar en çok. Yobazlık, başka, bambaşka bir düzlemde tartışılması ve sonuca bağlanması gereken bir olgudur ve hilâfetle hiçbir ilgisi yoktur. Öyle olsaydı örneğin Bağdat’taki İslâm halifeleri, tarihin gördüğü en önemli ilim merkezlerinden biri olan Beytü’l-Hikme’yi hayata geçirmek yerine bambaşka şeyler yaparlardı. Yahut İslâm halifesinin yapım emriyle işe girişen Koca Sinan, Süleymaniye yerine darağaçları inşa ederdi.

Uzatmayayım. Hilâfetin kendisiyle ilgili olarak sadece cehalet biriktiren Kamalizm, bilhassa Türkiye’de oluşan Gazze duyarlılığına engel olmak için şimdi de “hilâfet bayrağı” diye bir şey uydurdu ve memleketi Kemalize etmeye çalışıyor.

Üzücü haberi veriyorum: Müstakilen “hilâfet bayrağı” diye bir bayrak yoktur. O esnada halifenin bulunduğu ülkenin bayrağı aynı zamanda hilâfet bayrağı olarak da kullanılagelmiştir ve bu yanıyla hilâfet, kanun maddesine göre “Cumhuriyetin mana ve mefhumunda mündemiç” olduğundan bir hilâfet bayrağından söz edeceksek bu bayrak Türkiye Cumhuriyeti bayrağının ta kendisidir. Bu yalın gerçeği kabule yanaşmayan çünkü hilâfeti korkunç bir şey olarak kodlayan cahil Kamalistler kumda oynamaya yahut ötede ağlamaya devam edebilirler.

Dahasını da söyleyeyim. Bu organize cehaleti tepe tepe kullanan operasyon merkezlerinin Türkiye’ye yapmak istedikleri şeyi, çekmek istedikleri numarayı engellemek de pekâlâ bir yanıyla Kamalistlerin elindedir. Hilâfet ve benzeri meseleleri “açık yara” olarak tutma yolunu benimseyip Türkiye’yi sürekli bir gerginliğin içinde tutmak yerine tarihte olanı tarihte değerlendirebilecek bir zihinsel devrim gerçekleştirebilirler.

Zor mu? Elbette ve kesinlikle çok zor. Çünkü “kendilerini kullanışlı tutmak” bir Kamalist gelenektir ve bu kullanışlılık için Gazze’de bile tarihin doğru tarafında durmayı başaramıyorlar. “Gazze’de bebekler öldürülürken İsrail destekçisi Starbucks’ta kahve içmekle övünen insana Kamalist denir” diyeceğiz neredeyse.

Şu soruyla bitireyim: Araplarla İsrail arasında çıkabilecek bir savaşta Türkiye’nin tarafsız kalmasının yahut İsrail’den yana tavır almasının Mustafa Kemal ile ne alakası var?

QOSHE - Hilâfet gelecek dertler bitecek - İsmail Kılıçarslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hilâfet gelecek dertler bitecek

239 3
06.01.2024

Zeki bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal, şimdiki ahmak Kamalistlerin aksine, “hilâfet” dediğimiz politik makamın ne işe yarayacağını bildiği için halife olmak istemişti. Bunun niçin mümkün olmadığını, o esnada memleketin ikinci adamı olan Kazım Karabekir Paşa, hatıratında bütün detayıyla anlatıyor.

Bu mümkün olmadığında bile Mustafa Kemal ve arkadaşları bir halife belirlemişler, hilafet bayrağının Türkiye bayrağı olarak kalmasına özen göstermişlerdi. Lozan’a giden süreçte İngiltere, tabii ki şeriatla yönetilen bir ülke olduğu için değil, hilafet makamını kendisine istediğini açık açık belirtmiş; bu tehlikeli gelişme karşısında Mustafa Kemal ve arkadaşları hilafeti ilga etmiş ama hilafet makamının mana ve mefhum olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde mündemiç olduğunu bir kanun maddesiyle kayda geçirmişlerdi. Böylelikle İngiltere dâhil herhangi bir ülkenin hilafet makamını talep etmesinin önüne geçilmişti.

Kamalistlere laf anlatmanın Ümit Özdağ’a hendek atlatmaktan zor olduğunu biliyorum ama anlatmayı deneyeceğim yine de.

Hilâfet makamı, bugün zannedildiğinin aksine dini değil son derece siyasi bir makamdır. O makamı elde etmek ve elde tutmak için büyük bir politik güce ihtiyacınız olur. Dahası, bu makamı işlevsel olarak kullanabilmek, o makamı ele geçirmek için ihtiyacınız olan politik gücün çok üzerinde bir politik güç de gerektirir.

Halifeliğin son derece güçlü ve işlevsel şekilde kullanıldığı dönemler, İslâm’ın erken dönemleriyle Osmanlı’nın hilâfet makamını devralmasını takip eden 2-3 asır olmuştur. Bu güç, tarihin belirli dönemlerinde öyle bir hale gelmiştir ki tabiri caizse “âleme nizam” vermeyi başarmıştır.........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play