2014’te Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildiğinde ben Adıyaman milletvekiliydim. Cumhuriyet tarihinde ilk defa cumhurbaşkanı doğrudan millet tarafından seçilmişti. Malum, o tarihe kadar cumhurbaşkanları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçilirdi.

Niçin mi seçim sisteminde bir değişikliğe gidilmişti? Krizlerle dolu uzak tarihe gitmeye gerek yok. 2007’de görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in yerine aday olarak gösterilen Abdullah Gül’ün önü 367 hukuk darbesiyle kesilmişti. Bu da haliyle yeni sistem tartışmasını beraberinde getirmişti. Gül ancak erken seçim sonrasında oluşan yeni meclis tarafından seçilebilmişti. Nihayetinde cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi kabul edilmişti. TBMM tarafından seçilen Gül’ün görev süresinin dolduğu 2014’te yapılan seçimde Erdoğan halk tarafından doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştu.

Söylemek bile gereksiz: Doğrudan yürütmenin başı olarak halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının TBMM’de seçilen cumhurbaşkanından farklı bir yürütme anlayışının olması yeni sistemin doğası gereğiydi. Değilse, doğrudan seçimin ne gereği ne de anlamı olurdu. Hem zaten mevcut anayasada da cumhurbaşkanının yürütmenin başı olarak gerek duyduğunda hükümete başkanlık edeceği açıkça belirtiliyordu. 82 anayasanın gereği olarak yürütmenin başı olan cumhurbaşkanına klasik parlamenter sistemlerde olmayan çok geniş yetkiler tanınmıştı.

Erdoğan hem doğrudan halk tarafından seçilen, hem de mevcut anayasadan kaynaklı geniş yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı olarak yeni sistemin ruhuna uygun davranıp kabineye bizzat başkanlık etmeye başlayınca eski sistemin savunucuları tarafından zehir zemberek suçlanmaya başlandı. “Anayasanın çiğnenmesi”, “tek adam rejimi” ve “diktatörlük” suçlamaları ekseninde bir gayrı meşruluk tartışması gündemin baş sıralarına oturtuldu.

O güne kadar askeri darbe anayasasına demokrasi adına karşı çıkanlar birden bire o anti-demokratik darbe ürünü diye yerden yere vurdukları anayasanın arkasına sığınarak “anayasal meşruiyet” tartışması açtılar. Siyasal muhalefeti mal bulmuş mağribi gibi sistemik bir krize dönüştürerek kaos siyaseti izlediler.

Bütün bunları niçin mi aktarıyorum? Şunun için: Tam da o süreçte bunu yapan statükocuların suratlarındaki maskeyi indirmek için yaptığım bir konuşmanın önünün arkasının kesilerek tedavüle konulmasıyla yapılmak istenen algı operasyonuna ve itibar suikastına değinmek için. Kaç kez cevap verdiğimi ben bile unuttum ama görünen o ki o algı operatörleri denk düştükçe o sözlerimi tedavüle sokmaktan kaçınmıyorlar. Biliyorum bu açıklamamdan sonra da rollerini sürdürmeye devam edeceklerdir. Ben gene de neyi niçin dediğimi açıklayayım da o bilenler bilmeyenlere anlatsın.

O uzun konuşmamda ezcümle dediğim şuydu: “Cumhurbaşkanımız Erdoğan artık eski sistemin cumhurbaşkanı değil. Doğrudan halk tarafından yürütmenin başı olarak seçilen bir cumhurbaşkanı. Hükümete başkanlık yapması hem bu yeni sistemin doğasının gereği hem de mevcut anayasada tanınan bir yetkinin kullanımı. Ortada anayasaya aykırı bir durum yok. Anayasal meşruiyet tartışması açanlar, sistemik bir kriz oluşturarak milletin doğrudan hâkimiyet hakkının kullanılmasından, yani millet iradesinin yürütmeye doğrudan yansımasından rahatsızlık duyanlardır.”

Bu mantık eksenine oturan bir konuşmaydı benimkisi.

Sonra “anayasal meşruiyet” söylemi üzerinden siyasi kriz çığırtkanlığı yapan CHP’nin başını çektiği bilumum statükocu çevrelerin suratlarındaki maskeyi indirmek için o sözleri ediyordum:

“Hani bu anayasaya karşıydınız? Hani bu anayasa için faşist darbe anayasası diyordunuz? Demokratik, sivil ve özgürlükçü bir anayasa olmalı diyordunuz? Ne oldu da bugün böyle konuşuyorsunuz? Bu anayasa savunuculuğu üzerinden şimdi böyle konuşuyorsunuz? Sevsinler sizin anayasanızı! Bu anayasa vesayetin son kalesidir. Darbe ürünü bir anayasadır. Bu anayasayı paramparça edeceğiz.”

İrticalen yaptığım konuşmamın işte bu özünü bilerek örtüp sadece “anayasayı parçalayacağız” sözünü temcit pilavı gibi öne sürenler bilsinler ki o gün dediklerimin bugün de arkasındayım. “Parçalayacağız” sözünü başka türlü ifade etmiş olsaydım elbette daha şık olurdu.

Ama ne dediğimiz de, niye dediğimiz de anlayanlar için gayet açık.

Dediğim şuydu: Vesayetin son kalesi olan anayasayı bütünüyle değiştireceğiz, tarihe gömeceğiz!

“Paramparça edeceğiz” lafımın bu anlama geldiğini bildikleri halde gayrı konuşanlar varsın vazifelerini yapmaya devam etsinler.

Önü arkası kesilerek ve asıl meramı örtülerek tedavüle sokulan “anayasayı paramparça edeceğiz” lafımdan, anayasanın ilk dört maddesine düşman olduğum sonucunu çıkartanlar bilsinler ki ilk dört maddenin içeriğiyle hiç bir sorunum yok. Olmuş olsaydı bunu diyecek cesarete sahibim elbet. Sözlerime kendinizden anlam yüklemenize hiç gerek yok. Bu yaptığınızın adı, siyasi ve fikri zavallılıktır.

Ha şu kadarını da deyip bitireyim: Bu darbe ürünü vesayetçi anayasa yerine yeni sistemimizin ruhuna uygun bütünüyle demokratik, özgürlükçü ve sivil bir anayasa yapılması talebimiz, mevcut anayasaya uyulmaması anlamına zinhar gelmiyor. Yenisi yapılıncaya kadar mevcut anayasaya uymak, hem hukuka saygının gereğidir hem de vatandaş olmanın icabıdır.

Kaç yıl önce bir televizyon ekranında 15 Temmuz’u konuşuyoruz-tartışıyoruz. Karşımdaki malum konuşmacılar 15 Temmuz’un Erdoğan tarafından kendi diktatörlüğünü inşa etmek için yapılan bir tertip-oyun olduğunu anlatıp duruyorlar. İş öyle bir noktaya geldi ki sinirlenmemek elde değil. Pensilvanya’nın ağzıyla konuşan o beylere dilimin döndüğünce verdiğim cevaplar kar etmeyince ben de öfkeyle karışık bir üslupla makaraya alıyorum. “Tabii tabii, darbeyi de biz yaptık” diye başlayan ti’ye alıcı cümlelerimin öyküsü bu işte!

O malum algı operatörleri ve haysiyet cellatları sadece makaraya sardığım o cümleleri anında tedavüle soktular.

Habire döndürüp duruyorlar.

Meraklılarına duyurulur.

QOSHE - Anayasayı paramparça edeceğiz… - Mehmet Metiner
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Anayasayı paramparça edeceğiz…

54 10
21.11.2023

2014’te Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildiğinde ben Adıyaman milletvekiliydim. Cumhuriyet tarihinde ilk defa cumhurbaşkanı doğrudan millet tarafından seçilmişti. Malum, o tarihe kadar cumhurbaşkanları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçilirdi.

Niçin mi seçim sisteminde bir değişikliğe gidilmişti? Krizlerle dolu uzak tarihe gitmeye gerek yok. 2007’de görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer’in yerine aday olarak gösterilen Abdullah Gül’ün önü 367 hukuk darbesiyle kesilmişti. Bu da haliyle yeni sistem tartışmasını beraberinde getirmişti. Gül ancak erken seçim sonrasında oluşan yeni meclis tarafından seçilebilmişti. Nihayetinde cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi kabul edilmişti. TBMM tarafından seçilen Gül’ün görev süresinin dolduğu 2014’te yapılan seçimde Erdoğan halk tarafından doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olmuştu.

Söylemek bile gereksiz: Doğrudan yürütmenin başı olarak halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının TBMM’de seçilen cumhurbaşkanından farklı bir yürütme anlayışının olması yeni sistemin doğası gereğiydi. Değilse, doğrudan seçimin ne gereği ne de anlamı olurdu. Hem zaten mevcut anayasada da cumhurbaşkanının yürütmenin başı olarak gerek duyduğunda hükümete başkanlık edeceği açıkça belirtiliyordu. 82 anayasanın gereği olarak yürütmenin başı olan cumhurbaşkanına klasik parlamenter sistemlerde olmayan çok geniş yetkiler tanınmıştı.

Erdoğan hem doğrudan halk tarafından seçilen, hem de mevcut anayasadan kaynaklı geniş yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı olarak yeni sistemin ruhuna uygun davranıp kabineye bizzat başkanlık etmeye başlayınca eski sistemin savunucuları tarafından zehir zemberek suçlanmaya başlandı. “Anayasanın çiğnenmesi”, “tek adam rejimi” ve “diktatörlük” suçlamaları ekseninde bir gayrı meşruluk tartışması gündemin baş sıralarına oturtuldu.

O güne kadar askeri darbe anayasasına demokrasi adına karşı çıkanlar birden bire o anti-demokratik darbe ürünü diye yerden yere vurdukları anayasanın........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play