Martıyı nasıl bilirsiniz, diye sorulsa, sanırım büyük bir çoğunluk; sevimli, saf, romantik, duruşu ve uçuşu, beyaz kanat vuruşuyla denizlerin süsü şeklinde cevap verecektir.

El-hak biz de öyledir diyoruz. Bu, balıkla beslenen deniz kuşunu biz de sever idik. Ne zamana kadar?

Efendim anlatayım.

Dergâh Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki yerinde benim çalışma odam bir terasa, büyükçe bir terasa bakıyordu. Uzun yıllar –tam on yıl– bu terası gözledim durdum. Üst katlardan, yandan yöreden bazı yüreği yufka bayan çalışanlar kuşlar yesin diye terasa ekmek kırıkları atarlardı ara sıra.

Serçeler, bazen de güvercinler gelirdi terasa. Önce Hürriyet’in matbaa binasının bir çıkıntısında toplanır, sonra teker teker, ürkek kanat vuruşları, tedirgin boyun büküşleriyle inerlerdi...

Bet sesli, iri bir martıyı gözlüyordum.

Bu yiye yiye biçimini yitirmiş, fazla kilolu güzellik kraliçesini.

Ve bir gün olanlar oldu.

Terasta yemlerini yiyen güvercinlerden biri aniden başının üzerinde kurşundan bir gölge hissetti. Hürriyet’in matbaasının o mahut çıkıntısında tüneyen martı, şişmanlığından umulmayan bir çeviklikle güvercinin tepesine zıpkın gibi inmiş, zavallıyı yerden iki metre yüksekte vurmuştu. Galiba sivri gagasıyla karnını deşmişti.

Bütün bunlar gözlerimin önünde olupbitti.

Bir an, sadece bir an çıkıp şunu taşla mı olur, kurşunla mı olur vurayım diye geçti içimden, o kadar. Hınçla dolmuştum. Küfredip duruyordum.

Güvercin darbeyi yedikten sonra sendelemiş, başının üstüne betona çakılmıştı. Yerde sürünmeye başladı. O zaman martı yeni bir dalış yaparak ikinci bir darbe ile güvercinin iç organlarını dışarı çıkardı. Oracıkta küçük küçük kan kırmızı izler oluşmaktaydı.

Çıkıp martıyı kovaladım, güvercine şöyle bir baktım, iş işten geçmişti, can çekiyordu zavallı hayvan. Az sonra kediler sökün edeceklerdi... Güvercin artık onlara mı kalır, yoksa muzaffer avcı martıya mı? Yapacak bir şey yoktu...

Ama tabiatın kanunu değildi bu...

Âdetullah değildi...

İsyanım bunaydı, bu sapkın şeyeydi.... Bu çizgiden çıkmış gidişataydı...

Niçin martılar güvercin avlıyor?

Balıkla beslendiğini bildiğimiz bu güzelim hayvanlar neden yoldan çıktı böyle?

Herhalde cinsleri, organik yapıları, genetikleri bozulmadı...

Bir araştırma mı yapılsa acaba?

Bozulmuş mu, bozulmamış mı diye...

Bana kalırsa araştırmaya falan gerek yok...

Şöyle durup etrafımıza bakalım biraz. Neler oluyor oralarda diyerek... Neler göreceğiz, neler?... Ama ne durmaya, ne de etrafımıza bakmaya zamanımız yok... Basiretimiz bağlanmış sanki...

Bu kuşlar çöp yiyorlar azizim çöp... Marmara’da balık mı kaldı ki yesin fukaralar. Plastik yiyorlar, kâğıt yiyorlar, leş yiyorlar... O görkemli çöp yığınlarının üzerine bulut gibi iniyorlar. Sokak aralarında dolaşıyorlar, çöp bidonlarını karıştırıyorlar, insanlara ve hayvanlara ters ters bakıyorlar, gak gak ötüyorlar...

Denizi deniz olmaktan çıkardık. Ağaçları tıraş ettik, balıkların kökünü kuruttuk. Havayı mazotla doldurduk. Toprağı dejenere ettik. Bir yerden şöyle kazara çıkmış bir yeşil çimen ucu görsek, hep birlikte oraya hücum ederek ezdik onu, mahvettik.

Büzülüp kaldığım odada martıya mı, güvercine mi, yoksa kendi halime mi ağlayacağımı bilemeden donup kalmıştım...

Not: Bu yazıyı yıllar önce yazmıştım. Martının nasıl yoldan çıkıp bir canavara dönüştüğünü anlatmıştım.

Gazze katliamına şahit olunca, İsrail askerlerinin cinayetlerini görünce, insanın Yahudi kılığında nasıl bir kan içen canavar haline geldiğini izleyince, martıya haksızlık ettiğimi anladım.

O bir hayvan,

Netanyahu nedir acaba?

QOSHE - Güvercin avlayan martı - Mustafa Kutlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Güvercin avlayan martı

61 6
14.02.2024

Martıyı nasıl bilirsiniz, diye sorulsa, sanırım büyük bir çoğunluk; sevimli, saf, romantik, duruşu ve uçuşu, beyaz kanat vuruşuyla denizlerin süsü şeklinde cevap verecektir.

El-hak biz de öyledir diyoruz. Bu, balıkla beslenen deniz kuşunu biz de sever idik. Ne zamana kadar?

Efendim anlatayım.

Dergâh Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki yerinde benim çalışma odam bir terasa, büyükçe bir terasa bakıyordu. Uzun yıllar –tam on yıl– bu terası gözledim durdum. Üst katlardan, yandan yöreden bazı yüreği yufka bayan çalışanlar kuşlar yesin diye terasa ekmek kırıkları atarlardı ara sıra.

Serçeler, bazen de güvercinler gelirdi terasa. Önce Hürriyet’in matbaa binasının bir çıkıntısında toplanır, sonra teker teker, ürkek kanat vuruşları, tedirgin boyun büküşleriyle inerlerdi...

Bet sesli, iri bir martıyı gözlüyordum.

Bu yiye yiye biçimini yitirmiş, fazla kilolu güzellik kraliçesini.

Ve bir gün olanlar oldu.

Terasta yemlerini yiyen güvercinlerden biri aniden başının üzerinde kurşundan bir gölge hissetti. Hürriyet’in matbaasının o mahut çıkıntısında tüneyen martı, şişmanlığından umulmayan bir çeviklikle güvercinin tepesine zıpkın gibi inmiş, zavallıyı yerden iki metre yüksekte vurmuştu.........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play