Lodosun canı sağ olsun. Gerçi pek makbul sayılmayan bir rüzgârdır, denizi kabartır, balıkları ve insanı serseme çevirir ama olsun, havayı temizliyor işte. Poyrazla el ele verip İstanbul’u zehir solumaktan kurtarıyor.

Bugün lodoslu hava, üstüne üstlük güneşli.

Serçeler cıvıldıyor ağaçlarda.

Beklediğim vasıta zamanında geliyor, işte güzel bir gün dedik ya, yer bulup oturuyorum.

Yanımdaki vatandaş teklifsiz; “Yahu her önüne gelen yorumcu oldu”, diye gündemi açıyor. “Bir de bu meseleleri vatandaşa sorsalar ya” diyerek yüzüme bakıyor. Eh, muhabbeti başlatalım bari. “Soruyorlar efendim, siz hiç tivi seyretmiyor musunuz” diyorum.

“Hah, ha...” diye kısa metrajlı bir kahkaha atıyor. Sevimli adam doğrusu.

— Soruyorlar abicim, sormazlar mı...

Şimdi vatandaşın bu konudaki fikirlerini alalım, diyerek sokaktan geçen adamlara mikrofonu uzatıyorlar. Ne güzel değil mi? “Ver ulan şunu şöyle bir güzel konuşayım” diyeceksin. Vermezler ki.. Öylesine bir iki laf atıyoruz. O da şansına. Adam senin sözlerini makaslıyor, ötekinin sözlerini veriyor. Bu mu adalet?..

— Siz galiba yorum değil adalet peşindesiniz...

— Elbette...

Acaba lafı uzatıp, memlekette adalet mekanizmasının yavaş işlediğini mi anlatsam?

Altı yedi yaşlarında bir çocuk beni bu fikirden caydırıyor.

Ayaklarında yırtık lastik çizmeler, başında bir Fenerbahçe beresi...

Ceket çamur içinde, gömleğin yakası-bağrı açık.

Kopul bir oğlan, bütün bunlar hiç umurunda değil.

Koltuğunun altına bir alüminyum tepsi sıkıştırmış, kolu kavramaya yetmiyor. Tepsinin içinde naylonlara sarılı koz helvalar, susamlı helvalar...

— Helva alın abilerim, helva alın teyzelerim, diye bülbül gibi şakımaya başlıyor.

Yolcuların gözü yanakları kıpkırmızı oğlanda. Olağanüstü düzgün ve beyaz dişlerini parlatarak gülümsüyor.

Yazık ki kimse oralı olmuyor. Ama oğlan tecrübeli. Bu yolların adamı olmaya ahdetmiş.

— Helva alana bir türkü bedava, demez mi?

Eh, gel de dayan şimdi. Bıçkın bir delikanlı sesliyor yanına.

— Önce türküyü söyle, sonra alayım helvanı diyor...

Herkes bu pazarlığın nasıl sonuçlanacağını merak ediyor. Satıcı çocuk ilgi uyandırmayı becerdi işte... Bundan gerisi kolay...

Bir süre ileri, geri tartışıyorlar.

Çocuk helvayı garantilediğini anlayınca türküye başlıyor...

Caney, caney, caney...

İşte meydan ey...

Delikanlı cim-bom,

Nerdesin haney? Nerdesin haney...

Vatandaşın gülmez yüzünü güldürmek için yetmez mi bu?..

Ah benim yufka yürekli halkım... Ah, benim merhametli insanlarım...

Hemen herkes –cimbomcular dâhil– sevgi ile bakıyorlar küçüğe...

Bıçkın delikanlı iki helva alıp, ceplerine sokuşturuyor. Paranın üzeri kalsın diyor.

Küçük satıcı, etraftan uzanan ellere yetişmeye çabalıyor. Göz açıp kapayıncaya kadar tepsideki helvalar bitiyor...

Ohhhh...

Sanki terör sona erdi, enflasyon düştü, Filistin’e barış geldi...

Evet, insanlarımız bu kadarcık olsun sevinmek, gülmek istiyorlar.

Bir iyilik edip kalplerinde çırpınan kuşu sakinleştirmek istiyorlar.

İnsanlarımız kanaat denilen şeyi biliyor; her vesileyle hatırlamak istiyor. Her an iyilik ve adalet için fedakârlığa hazır.

Ama karşılarında şu küçük adam kadar olsun içten ve dürüst makamlar, insanlar, sözler olsun istiyorlar.

Küçük adam durakta iniyor.

Tramvayın camından izliyorum onu. Alüminyum tepsiyi def gibi tımbırdatarak, ıslıkla bir oyun havası tutturuyor. Seke seke, oynayarak uzaklaşıyor.

Git küçük adam, yolun açık olsun.

QOSHE - Güzel bir gün nasıl olur? - Mustafa Kutlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Güzel bir gün nasıl olur?

68 6
10.01.2024

Lodosun canı sağ olsun. Gerçi pek makbul sayılmayan bir rüzgârdır, denizi kabartır, balıkları ve insanı serseme çevirir ama olsun, havayı temizliyor işte. Poyrazla el ele verip İstanbul’u zehir solumaktan kurtarıyor.

Bugün lodoslu hava, üstüne üstlük güneşli.

Serçeler cıvıldıyor ağaçlarda.

Beklediğim vasıta zamanında geliyor, işte güzel bir gün dedik ya, yer bulup oturuyorum.

Yanımdaki vatandaş teklifsiz; “Yahu her önüne gelen yorumcu oldu”, diye gündemi açıyor. “Bir de bu meseleleri vatandaşa sorsalar ya” diyerek yüzüme bakıyor. Eh, muhabbeti başlatalım bari. “Soruyorlar efendim, siz hiç tivi seyretmiyor musunuz” diyorum.

“Hah, ha...” diye kısa metrajlı bir kahkaha atıyor. Sevimli adam doğrusu.

— Soruyorlar abicim, sormazlar mı...

Şimdi vatandaşın bu konudaki fikirlerini alalım, diyerek sokaktan geçen adamlara mikrofonu uzatıyorlar. Ne güzel değil mi? “Ver ulan şunu şöyle bir güzel konuşayım” diyeceksin. Vermezler ki.. Öylesine bir iki laf atıyoruz. O da şansına. Adam senin sözlerini makaslıyor, ötekinin sözlerini veriyor. Bu mu adalet?..

— Siz galiba yorum değil adalet peşindesiniz...

— Elbette...

Acaba lafı uzatıp, memlekette........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play