“Yeni Şafak otuz yaşında!”

Bu, 23 Ocak 1995’te doğup, 29 yıl boyunca hem Türkiye’nin tarihine yazılmaya hem de o tarihi bizzat yazmaya talip olmanın en sade ifadesidir.

Ve bu ifade aynı zamanda çileli bir ömrü, zorluklar içinde kat edilen bir dönemi yaşayanlar; toplumsal bir meseleyi, milli bir davayı omuzlarında taşıyanlar için söylenilegelen “Ancak yaşayan bilir” sözünün de bir karşılığıdır.

“Kalem ol da yaz derdimi” derdi annem; yaşadığı zorlukların kaleme ve kelama sığmayacağını kastederek…

Otuz yaşına giren Yeni Şafak’ın bu 29 yılda maruz kaldığı ya da tanığı olduğu ama ancak yaşayanlarının bilebileceği şeyleri, ayrıca kalem olup yazmaya kalkışmanın da bir hükmü yok üstelik.

Zira Yeni Şafak bir günlük gazete olarak yaşanan bu ağır zamanın hem kalemi hem yazanı hem de yazılanıdır; anlamı kendisi olan bir ideogram, kendisini gören bir göz ya da kendi fotoğrafını çeken bir makine olmak gibi… Diğer bir söyleyişle kendini kendisine açarak kendi üstüne kapanan ve asıl kendi üstüne kapanmakla açılan bir mana ve eylemin adıdır Yeni Şafak!

Şunu peşinen belirtmeliyim: Bir gazete çıkarmak evvelinde maddi bir eylem ve bir sermaye işidir, zahmeti çok ama kazancı yoktur.

Bizde bu işe yönelenlerin “farkı” tam da buradan doğar.

Onlar, Allah’a güzel borç vermeyi, O’na verdiklerinin ancak O’nun tarafından kat kat artırılarak kendilerine iade edileceğini ve ödüllerinin de cennet olacağını (Bakara 2/245; Hadid 57/11; Müzzemmil 73/20; Maide 5/12) bilenlerdir.

Namık Kemal’in Hürriyet’i (1868), Filibeli Ahmed Hilmi’nin Hikmet’i (1910); Mehmet Akif’in Sırât-ı Müstakîm’i /Sebîlürreşâd’ı (1908); Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su (1943), iç-savaşın Yeni Devir’i (1977)… bu bilgiden doğmuştur.

Yeni Şafak hem bu kervanın son halkası hem de öncekilerin maddi imkansızlıklarla ya da siyasal bakılarla yarım kalan hayallerinin tamamlanması, yürüyüşlerinin sürdürülmesidir. Diğer bir söyleyişle Yeni Şafak, Namık Kemal’in 1868 yılında açtığı bayrağın son yirmi dokuz yıldaki taşıyıcısıdır.

Sahibinin niyetini böyle çevrelediğimize göre şimdi Yeni Şafak’ın istikametinden söz edebiliriz:

Bizde gazete çıkarmak “Hadisata karşı Müslümanca bir tutum sergilemek isteyene; sözü olanın sözünü Müslümanca söylemesine” imkân sunmaktır. Nitekim dergilerimiz dahil bizim matbuatımız mazlumlara sahip çıkma, sesi boğulmak istenenlere ses olma, hakikati söyleme ehliyetine sahip olanları muhataplarıyla buluşturma özelliği taşırlar.

Bu bağlamda Yeni Şafak daha çiçeği burnunda bir gazete iken 28 Şubat darbesinin; eğitim haklarının gasp edildiği, mümin olmanın fişlenme, sürülme, işinden atılma sebebi sayıldığı o meşum sürecin karşısında adeta bir kale gibi durmuş; darbecilere karşı onurlu ve vakur bir direnişin simgesi haline gelmekle kalmayıp, bu tutumunu 27 Nisan e-Muhtırası’nda, 17 Aralık 2013 FETÖ kumpasında ve 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nde -bir mensubunu şehit vererek- sürdürmüştür.

Sahiplerinin halis niyetlerinin, çalışanlarının sahih azim ve soylu dirençlerinin asıl zeminini ise daima “Türkiye’nin Birikimi” şeklinde sloganlaşan milli duyuşlar ve düşünceler oluşturmuştur.

En kısa şekilde ifade edecek olursak bunun hülasası, Namık Kemal’den Hayrettin Karaman’a… özü sabit kalmak üzere zamana ve şartlara bağlı olarak sadece şekli değişen hakikati dile getirme sevdası ve gayretidir.

Günlük bir gazete olarak hadiseleri yerinde izleme ve tüm sıcaklığıyla okurlarına aktarma çabasında emsallerinden hiç geri kalmayan Yeni Şafak, “gazeteci-yazar”larının yanı sıra, mütefekkirlere ve münevverlere “muharrirler” olarak konuşma alanı açmak suretiyle, habercilik işlevini doğru yorumlarla pekiştirme ve bu maksatla adeta bir mektep anlayışı içinde okurlarının bilgilerini zenginleştirme yolunu seçmiş; tarihten ilmihale, kültürden edebiyata… bereketli bir hayat tarzının oluşmasına katkıda bulunmuştur.

Netice olarak Yeni Şafak’ın zikredilen esaslarla geldiği yeri “Durma, düşersin” sözüyle özetlememiz mümkündür. Çünkü o geride kalan 29 yılda bir yandan millet ve din düşmanlarına karşı hep nefes nefese mücadele etmiş, diğer yandan bir düşünce ve kültür geleneğini ısrarla ayakta tutmuştur.

Bugün itibariyle televizyondan radyoya, ekonomiden tarihe, çocuk dergilerinden Ketebe Yayınları’na kadar birçok güzel işi Albayrak Medya markası altında -kendi adıyla tanımlı olarak- mümkün kılan Yeni Şafak, yazımızın girişinde ifade ettiğimiz şekliyle hem Türkiye’nin tarihine yazılmakta hem de o tarihi bizzat yazmayı sürdürmektedir.

Rabbimizin rızasına uygun yayın gayretiyle Albayrak Medya’nın / Yeni Şafak’ın ömrü hayırda bereketli olsun inşallah.

QOSHE - Yeni Şafak: Tarihe yazılırken tarihi yazmak - Ömer Lekesiz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yeni Şafak: Tarihe yazılırken tarihi yazmak

9 1
23.01.2024

“Yeni Şafak otuz yaşında!”

Bu, 23 Ocak 1995’te doğup, 29 yıl boyunca hem Türkiye’nin tarihine yazılmaya hem de o tarihi bizzat yazmaya talip olmanın en sade ifadesidir.

Ve bu ifade aynı zamanda çileli bir ömrü, zorluklar içinde kat edilen bir dönemi yaşayanlar; toplumsal bir meseleyi, milli bir davayı omuzlarında taşıyanlar için söylenilegelen “Ancak yaşayan bilir” sözünün de bir karşılığıdır.

“Kalem ol da yaz derdimi” derdi annem; yaşadığı zorlukların kaleme ve kelama sığmayacağını kastederek…

Otuz yaşına giren Yeni Şafak’ın bu 29 yılda maruz kaldığı ya da tanığı olduğu ama ancak yaşayanlarının bilebileceği şeyleri, ayrıca kalem olup yazmaya kalkışmanın da bir hükmü yok üstelik.

Zira Yeni Şafak bir günlük gazete olarak yaşanan bu ağır zamanın hem kalemi hem yazanı hem de yazılanıdır; anlamı kendisi olan bir ideogram, kendisini gören bir göz ya da kendi fotoğrafını çeken bir makine olmak gibi… Diğer bir söyleyişle kendini kendisine açarak kendi üstüne kapanan ve asıl kendi üstüne kapanmakla açılan bir mana ve eylemin adıdır Yeni Şafak!

Şunu peşinen belirtmeliyim: Bir gazete çıkarmak evvelinde maddi bir eylem ve bir sermaye işidir, zahmeti çok ama kazancı yoktur.

Bizde bu işe yönelenlerin “farkı” tam da buradan doğar.

Onlar, Allah’a güzel borç vermeyi, O’na verdiklerinin ancak O’nun tarafından kat kat artırılarak kendilerine iade edileceğini ve ödüllerinin de cennet olacağını (Bakara 2/245; Hadid 57/11; Müzzemmil 73/20; Maide 5/12) bilenlerdir.

Namık Kemal’in Hürriyet’i (1868),........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play