Alev Alatlı’nın hayâtı kadar vefâtı da hayli ses getirdi. Onu sevenleri kadar sevmeyenleri de konuştu ve yazdı. Doğrusu bu son grubu ikiye ayırdım. Alev hanım sağken konuşmuş ve yazmış olanlara söyleyecek sözüm yok. Eleştirilerini tekrarladılar; hatırlattılar. Diğer grup ise o sağken konuşmayan, vefâtını fırsat bilip; bırakınız ahlâken bir sorun olmasını; hiç değilse centilmence bir davranış olmadığını zerre miskâl akıllarına getirmeden, mevzuya mal bulmuş mağribî gibi dalanlardı. Hayattan ayrılmış birisinin hukûkunu savunma imkânı da ortadan kalkmıştır. Yâni bu eleştirilerin bir muhatabı yoktur artık. Centilmenlik, mâteme saygı icâbı en azından bir zaman susmayı gerektirir. Öyle yapmadılar. Daha bir gün bile geçmeden ortaya döküldüler.

Elbette kimse lâyusel değildir. Alev Alatlı’nın kitapları, yazıları ve konuşmaları fikir seviyesinde, elbette âdâba yakışır olarak tartışmaya açıktır. Hiç şüphem yok ki kendisi de bunu isterdi. Ama tâkip ettiğim kadarıyla eleştiriler Alev hanımın fikirlerini merkeze almadı. Daha çok onun iktidâr dalkavukluğu yapan, iktidardan nemâlanan birisi olduğu üzerinde duruldu. Doğrusu gülüp geçecek; bunların üzerinde durmayacaktım. Vaktâ ki Alev hanımın bu yakınlıkları üzerinden bir aydın bile sayılamayacağını iddia edenlere rastladım; bu yazı gerekli oldu...

Alev hanımı eleştirenler sık sık Julien Benda, Edward Said, Noam Chomsky gibi yazarların fikirlerine atıfta bulunuyorlar. Çok sâdeleştirerek ifâde edecek olursak, bu bakışa göre aydın her zaman iktidarla sorunlu olmak, onunla çatışmak zorundadır. O kadar ki, bu onun varlık sebebidir. Edward Said’in Entelektüel kitabında bu, çok berrak ortaya koyulur. Said’e göre aydın her zaman kurulu olanın karşısında duran (anti-establishment) bir konumun insanıdır. Aile, akraba ağları, topluluk âidiyetleri, başta devlet olmak üzere kurumsal bağlar, her nev’i iktidar ilişkileri aydının sorunlu olduğu bir dünyânın karşılıklarıdır. Onlara karşı çıkmak aydının ahlâkî sermâyesi olarak târif edilir. Edward Said’in en sorunlu eseri olarak gördüğüm Entelektüel kitabındaki değerlendirmeleri bu hususlarda öylesine aşırıdır ki, nihâyette ortaya, yalnız, kaderi dâimî sürgünde olmak olan son derecede tuhaf bir tip çıkar.

Bu nihâyetinde bir iddiadır. Elbette saygı duymak ve içindeki doğruların da hakkını teslim etmek gerekir. Aydınların kurulu olan iktidâr ilişkileriyle şu veyâ bu derecede sorunlu olmalarını anlar ve kabûl ederim. Ama bu sorunu işlemek ve yönetmenin çok farklı yolları olduğunu da görmek gerekir. Habis bir karşı çıkışı ve iktidârlar ile çatışmayı varlık sebebi olarak görmek olsa olsa bunlardan sâdece birisi olabilir. Bunu aşırılaştırmak ve mutlaklaştırmak ciddî bir sorundur ve yaygınlaştığı ve yerleştiği nispette aydın olduklarını iddia edenlerin de zaafını meydana getirir. Türkiye’de bunu yapanlar azımsanmayacak kadar çoktur. Türkiye’de bugün aydın olmanın alamet-i fârikasını, kavgalarıyla, karşı çıkışlarıyla sergilemek yaygın bir basitçiliktir. Bu aşırılaştırmaların ve basitçiliklerin de sebepleri olsa gerekir. Değilse fikirlerin kavgası kendiliğinde olmaz. Olsa olsa, fikirler, hemen hemen tekmili birden psişik motivasyonlara dayalı olarak kavga ettirilir. Zâten bir zaman sonra tartışmaların sebepleri de buharlaşır. Paul Valery’nin muzipçe ifâde etmiş olduğu gibi ortada sâdece tartışanlar kalır. Sorunlu olan psişik durumlardır aslında, fikirler değil. Bunun boyutları aydınların gladyatörleşmesine kadar da gider. Bahsi geçen psişik meselelerin arka plânları üzerinde hanidir düşünüyorum. Bunlara girmeyeceğim. Sâdece meseleyi psişik bir mesele olarak gördüğümü ifâde etmekle yetineyim. Anlayan anlar.

Gâliba her şey yanlış bir tercüme ile başlıyor. Entelektüel, zihin faaliyetinde bulunan kişi demek. Hepsi bu. Biz tutmuş onun en misyoner yorumunu yapmışız. Aydın, aydınlanan ve aydınlatması da vâcip olan kişi… Bunun sahih karşılığını bir vehim olarak değerlendirmek daha yerinde olur. Târifi şöyle tashih edelim isterseniz: Aydın, aydınlanmış olduğuna vehmeden ve bu vehmini kamusal-toplumsal-siyâsal bir misyona tahvil etmek hevesinde olan kimsedir. Aydın târifini başkalarından evvel bu iddianın sâhibi yapıyor. Çoklukla bir kendi görü (self image) işi bu. İşte bu vehim bir kere yerleşti mi çıkmıyor. Ama iş de çığrından çıkıyor. Tabiî ki zaman içinde bu vehmini de yenmiş kişiler kalıyor eleğin üzerinde. Onlar da, doğrusu çok az.

Eski dünyâlarda entelektüel faaliyeti literati yapardı; modern dünyâda ise entelektüeller. Fark, ikincinin matbu kültürün, daha sonra da görsel-işitsel iletişim teknolojisinin avantajlarını arkasına alıp, özerkleşmesi ve iktidarlardan görece ayrışmasıydı. Entelektüel yeni konumunda kendi bilincini inşâ etmek cihetine gitti. Bunu entelektüel târihin şahsîleşmesi olarak da değerlendirebilliriz. Yorumlar ise çeşitlendi. Bu öz konumlandırma kimilerini içe vurumcu yaptı ki, bu bence en zararsızıdır. Kimilerini de ego şişmesine uğratıp dışa vurumcu bir esrikliğe soktu. Burada toplumsal-siyâsal misyonlar meselesi çok defâ bir yanılsamadır. Bizzat kendisi bir şahsîleşmenin mahsûlü olan aydın ne kadar toplumsallaşabilir ki? Sonu çok defâ hüsranla, kahır ve küskünlükle biten işlerdir bu işler. Herşeyle kavga etmek, herşeyi acımasızca yargılamak, kendisini tartışılmaz hakikatin yegâne sâhibi görmek, herşeyin öncüsü olmak iddiasında olmak gibi çok sayıda ancak narsisizmle açıklanabilecek belirtileri var aydın serncâmının. Bunların çoğu kendi iç kavgalarının bir fonksiyonudur aslında. Aydın zihni kahramanlaştırma (heroizm), düşükleştirme (dekadentizm); melekselleştirme (anjelizm) ve şeytanlaştırma (demonizasyon) arasında yaşanan savrulmalardır aslında. Esriklik kaçınılmaz olarak sekterleşmeye dönüşüyor. “Ya benim gibi olacaksın ya da aydın bile değilsin” gibi ucuz bir trajediye evrilen bir sekterlik bu.. Entelektüel faaliyetin özerkleşerek şahsîleşmesi gariptir ki kadim bir hikmetten de kopuşu ifâde ediyor. Gnothi seauthon.. Yâni kendini bil… Entelektüelin kendi bilincini kendisinden yabancılaşarak inşâ etmesi; ona çok defâ vehim üzerinden erişmesi gibi bir tuhaflığa karşılık gelebiliyor. Bu yüzden etraf çok şey bilen; ama kendini bilmeyen; bildiğini ise ne için bildiğini bilmeyen; az şey bilip çok şey biliyormuş gibi davranan; bu savruklukları da sağa sola saldırarak telâfi eden sahte aydın-azizlerden geçilmiyor. Alev hanıma saldıranlar da bunlardı. Neymiş; Alev hanım bir aydın bile değilmiş; olsa olsa organik aydınmış.. Hızlarını almışken Herman Hesse, Knut Hamsun, T.S.Eliot, Heidegger de aydın değildi, deyiverselerdi ya...

QOSHE - Aydın vehmi - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aydın vehmi

100 1
08.02.2024

Alev Alatlı’nın hayâtı kadar vefâtı da hayli ses getirdi. Onu sevenleri kadar sevmeyenleri de konuştu ve yazdı. Doğrusu bu son grubu ikiye ayırdım. Alev hanım sağken konuşmuş ve yazmış olanlara söyleyecek sözüm yok. Eleştirilerini tekrarladılar; hatırlattılar. Diğer grup ise o sağken konuşmayan, vefâtını fırsat bilip; bırakınız ahlâken bir sorun olmasını; hiç değilse centilmence bir davranış olmadığını zerre miskâl akıllarına getirmeden, mevzuya mal bulmuş mağribî gibi dalanlardı. Hayattan ayrılmış birisinin hukûkunu savunma imkânı da ortadan kalkmıştır. Yâni bu eleştirilerin bir muhatabı yoktur artık. Centilmenlik, mâteme saygı icâbı en azından bir zaman susmayı gerektirir. Öyle yapmadılar. Daha bir gün bile geçmeden ortaya döküldüler.

Elbette kimse lâyusel değildir. Alev Alatlı’nın kitapları, yazıları ve konuşmaları fikir seviyesinde, elbette âdâba yakışır olarak tartışmaya açıktır. Hiç şüphem yok ki kendisi de bunu isterdi. Ama tâkip ettiğim kadarıyla eleştiriler Alev hanımın fikirlerini merkeze almadı. Daha çok onun iktidâr dalkavukluğu yapan, iktidardan nemâlanan birisi olduğu üzerinde duruldu. Doğrusu gülüp geçecek; bunların üzerinde durmayacaktım. Vaktâ ki Alev hanımın bu yakınlıkları üzerinden bir aydın bile sayılamayacağını iddia edenlere rastladım; bu yazı gerekli oldu...

Alev hanımı eleştirenler sık sık Julien Benda, Edward Said, Noam Chomsky gibi yazarların fikirlerine atıfta bulunuyorlar. Çok sâdeleştirerek ifâde edecek olursak, bu bakışa göre aydın her zaman iktidarla sorunlu olmak, onunla çatışmak zorundadır. O kadar ki, bu onun varlık sebebidir. Edward Said’in Entelektüel kitabında bu, çok berrak ortaya koyulur. Said’e göre aydın her zaman kurulu olanın karşısında duran (anti-establishment) bir konumun insanıdır. Aile, akraba ağları, topluluk âidiyetleri, başta devlet olmak üzere kurumsal bağlar, her nev’i iktidar ilişkileri aydının sorunlu olduğu bir dünyânın karşılıklarıdır. Onlara karşı çıkmak aydının ahlâkî sermâyesi olarak târif edilir. Edward Said’in en sorunlu eseri olarak gördüğüm Entelektüel kitabındaki değerlendirmeleri bu hususlarda öylesine aşırıdır ki, nihâyette ortaya, yalnız, kaderi dâimî........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play