Yeni bir senenin eşiğinde, büyük bir ekseriyetin gündeminde

III. Umûmî Harp ihtimâli

çeşitli yoğunluklarda olsa yer alıyor. Bu hususta yapılan konuşmaları dinler; çeşitli yazıları okurken , nedense zihnimde

tuhaf

çağrışımsal

kıpırtılar

oluşuyor. Bir başka bağlamın kuşatıcılığını hissediyorum sanki. III.Umûmî Harp ihtimâlini konuşuyoruz. Eyvallah... Ama lâf dönüp dolaşıyor, tıpkı zelzele münâkaşalarında olduğu gibi, savaşın tek parçalı mı, değilse çok parçalı kırılmalardan oluşacağı mesele ediliyor sanki. Meselâ, Rusya-Ukrayna savaşını bir öncü sarsıntı olarak değerlendirenler var.

Esas zelzelenin

ABD-Çin arasında, Pasifik’de yaşanacağını iddia edenler hiç de azımsanmayacak kadar çok. Başka bir senaryo ise Armageddon Savaşı’nın öncü zelzelesi olan Gazze’de İsrâil ordusunun nereden gireceği, nasıl ilerleyeceği; buna mukâbil HAMAS’ın ne gibi taktikler kullanacağı uzmanlar tarafından uzun uzun tartışılması üzerinden işleniyor. Savaşın yayılıp yayılmayacağı, yayılırsa bunun hangi istikâmette olacağı , İran’ın veyâ Hizbullah’ın İsrâil ile savaşıp savaşmayacağı ayrı birer bahis konusu. Hay Allah; aklıma yine, muhtemel İstanbul zelzelesi için

yanal-dikey atılım

tartışmalarını yapan, bizleri 7.6 mı, değilse 5.3’lük şiddetlerindeki sarsıntıların mı beklediğini saatlerce ve de hunharca tartışan deprem mühendislerimiz geliyor. Geçen sene yaşanan

Hatay zelzelesi

, zelzele bahislerini açmıştı. Aylarca bunu konuştuk. Sonra sıkıldık. Bıraktık. Sanki, bir kaç sâniyede onbinlerce hayâtı söndüren bu hâdise yaşanmamış gibi işimize gücümüze devâm ettik. Bu arada deprem mühendisleri, birkaç nöbetçi bırakılarak evlerine gönderildi. Sonra

7 Ekim Gazze

başladı. Aylarca da bunu konuştuk. Strateji, güvenlik uzmanları çıktı sahneye.. Artık bundan da sıkıldık. Yavaş yavaş ipin ucunu bırakıyoruz. Bizi, bu hâdiseye yeniden bağlaması için bir şeyler olmalı. Meselâ savaş büyümeli.. Yeni cepheler açılmalı. Değilse, koyuvereceğiz ve gidecek.....

Tuhaf bir zihin iklimi bu. Bir hâdisenin

neden veyâ ne için husûle geldiği

sorusu,

nasıl yaşanmakta olduğundan

; bu da

nereye evrileceği

sorusundan çok daha ehemmiyetsiz . Meselâ İsrâil neden veyâ ne için Gazze’ye saldırdı? Bu soruya derinlikli bir cevâp, muhtemelen bundan en az yarım asır sonra vasıflı bir târihçi ekip tarafından yazılacaktır. Çok defâ öyle olmaz mı? Hanyayı Konya’yı çok sonra anlıyoruz. II.Umûmî Harp yaşanıyorken, çok az çevre bunun on sene evvel patlayan 1929 Dünyâ Buhrânı ile bağını kurabiliyordu.. Aradan 10 koca sene geçmiş, ekonomi toparlanmıştı. Savaş bundan ayrı, başta Hitler olmak üzere bir avuç siyâsal manyağın çıkardığı târihsel bir ârıza gibi görülüyordu. Hâlbuki ekonomik krizi toparlayan bizzat savaş ekonomisinin desteklenmesiydi. Bunun tüketiminin de savaş olacağı besbelli değil miydi? Ama o günlerde savaşın yegâne izâhı Hitler’in çılgınlıkları üzerinden yapılıyordu.. Şu ara, İsrâl-Filistin savaşında da, hazır teopolitik cevapların masaya sürülmesi üzerinden aynı kolaycılık ve basitçilik dikkatimi çekiyor.

Hâdisenin nasıl yaşanmakta olduğuna dâir haberler ilk günlerdeki yoğunluğunu ve gündemdeki yerini hızla kaybediyor. Bu da son derecede normal. Neyin neden veyâ ne için olduğu anlaşılmazsa, bir arızîliğin eseri olduğuna hükmedilir. Ârızî

olarak başlayan bir hâdise birgün bir şekilde biter

deniliyor herhâlde.

Geriplânı muallakta kalan, ne olduğu anlaşılamadan nasıl seyrettiği en ince teferruatında kadar verilen bir hâdise tüketilmiş demektir.

Onu yeniden üretecek olan husus ne olacağı, nereye evrileceğine dâirdir. İşte bahisleri açan da budur.

Ekonomiden başlayarak her şeyin kumara benzediği; yapıların, kurum ve kuruluşların kumar masasına dönüştüğü bir dünya kültüründe at yarışı, futbol maçı tahmini yapmakla, siyâsal veyâ stratejik tahminde, meselâ seçim tahmini yapmak arasında çok da büyük bir fark kalmış olduğunu düşünmüyorum.

Bilimsel öngörü ile astrolojik tahmin arasındaki farkı

kestirmek gün geçtikçe zorlaşıyor. (Mâkuliyet dışında pek bir fark kalmadı gâliba). Bilgi târihi itibârıyla büyük bir çarpıklaşmanın içindeyiz.

Bilgi

(epistemolojik)

târihi bilgi târihi olalı böyle bir çarpıklık görmedi

desek yeridir. Bunu bir misali çağrıştırarak anlatmak daha iyi olacak “Kim şu kadar Milyar İster” tarzı yarışmaları hatırlayalım. Bu tarz yarışmalarda, doğru cevâbı baştan biliyor olmak hiç de parlak bir durum değildir. Parlak olan durum,

bilmediği hâlde ihtimâlleri cin ak

ıl yürütmelerle (!) elemek ve bilmeden doğruyu tahmin etmek ve tutturmak. Yâni bilmeyi hak etmenin şartı onu emekle öğrenerek bilmekten çok, tahmin ederek, öğrenmek zahmetine katlanmadan biliyor görünmek. Esas alkış alan bu. Yâni kimse farkında değil, ama

alkışlatılan bilgi lümpenleşmesinin bizzat kendisi

.. Nesnel düşünce târihinin en demokratize olduğu ve ulaştığı en ileri ve yoz aşama bu.

Eskiden doğruyu nesnel bir sûrette araştırmak ve bulmak iddiası vardı. Araştırmayı, hissiyatlardan, peşin hükümlerden, inançlardan ayrıştırmak bunun ilk şartıydı. Beğenin beğenmeyin,takdir edip etmemek size kalmış; ama kendi içinde anlaşılır bir iddiadır bu. Sorunlu olduğu husus, bu bakışın orijinal olarak

tabiata tatbik edilmesiyle yetinilmeyip, beşerî, daha doğrusu âdemî hallere de tatbik edilmek istenmesiyle

alâkalıydı. Ne bidâyette ne de nihâyette biyoloji ile kültür arasında hiçbir fark tanımayan küt bir bakıştı bu. Anglosakson ve Fransız metod geleneği farklı yollardan gelse de bu kavşakta örtüşüyordu. Hâlbuki hislerin, hüküm ve inançların hakikâti boğmaması için bu kadar nesnel olmaya gerek yoktu.

Tarafsızlık, nesnellik demek değildir. Farklı metodlar kullanarak nesnel (objective) olmadan; yâni âdeme nesne gibi bakmadan ona karşı tarafsız (neutral) bir bakış açısı geliştirilebilir.

Tıpkı bunun gibi; bir peşin hükmün, yanlış olsa da nesnel bir gerçeklik olarak dayatılması da mümkündür.

Hâsılı, yanlış iliklenen gömleğin son deliklerindeyiz. Herşey nesnel düşünce metodunun haksız ve lüzumsuz yere beşerî bilimlere tatbiki ile başladı. Hislere el çektirildi. Boşluklar büyüdü. Sistemler bu defoyu gidermek için bilgiyi basitleştirmek ve işlevsellikle sınırlandırmak yoluna gitti.. Ama bunu,

donanımsız, köksüz ve hissiz bir bilme arzusu

yıktı geçti. Bu arzuyu, bilinmek istenen hâdisenin tasvirî taraflarını aşırı şekilde görselleştirerek yozlaştıran medya istismâr etti. Arzuyu yeniden şaha kaldıracak olan zamânı gâibe,

geleceğe kaydırmak ve hâdiseyi kumara açmaktır.

Bilgi lümpenleşmesi burada çok zengin bir membâ bulmuştur. Dibini bulmadan bırakmayacaklarına emin olabilirsiniz...

#ABD

#Çin

#Gazze

#Hamas

QOSHE - Kumar… - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kumar…

74 1
01.01.2024
Yeni bir senenin eşiğinde, büyük bir ekseriyetin gündeminde

III. Umûmî Harp ihtimâli

çeşitli yoğunluklarda olsa yer alıyor. Bu hususta yapılan konuşmaları dinler; çeşitli yazıları okurken , nedense zihnimde

tuhaf

çağrışımsal

kıpırtılar

oluşuyor. Bir başka bağlamın kuşatıcılığını hissediyorum sanki. III.Umûmî Harp ihtimâlini konuşuyoruz. Eyvallah... Ama lâf dönüp dolaşıyor, tıpkı zelzele münâkaşalarında olduğu gibi, savaşın tek parçalı mı, değilse çok parçalı kırılmalardan oluşacağı mesele ediliyor sanki. Meselâ, Rusya-Ukrayna savaşını bir öncü sarsıntı olarak değerlendirenler var.

Esas zelzelenin

ABD-Çin arasında, Pasifik’de yaşanacağını iddia edenler hiç de azımsanmayacak kadar çok. Başka bir senaryo ise Armageddon Savaşı’nın öncü zelzelesi olan Gazze’de İsrâil ordusunun nereden gireceği, nasıl ilerleyeceği; buna mukâbil HAMAS’ın ne gibi taktikler kullanacağı uzmanlar tarafından uzun uzun tartışılması üzerinden işleniyor. Savaşın yayılıp yayılmayacağı, yayılırsa bunun hangi istikâmette olacağı , İran’ın veyâ Hizbullah’ın İsrâil ile savaşıp savaşmayacağı ayrı birer bahis konusu. Hay Allah; aklıma yine, muhtemel İstanbul zelzelesi için

yanal-dikey atılım

tartışmalarını yapan, bizleri 7.6 mı, değilse 5.3’lük şiddetlerindeki sarsıntıların mı beklediğini saatlerce ve de hunharca tartışan deprem mühendislerimiz geliyor. Geçen sene yaşanan

Hatay zelzelesi

, zelzele bahislerini açmıştı. Aylarca bunu konuştuk. Sonra sıkıldık. Bıraktık. Sanki, bir kaç sâniyede onbinlerce hayâtı söndüren bu hâdise yaşanmamış gibi işimize gücümüze devâm ettik. Bu arada deprem mühendisleri, birkaç nöbetçi bırakılarak evlerine gönderildi. Sonra

7 Ekim Gazze

başladı. Aylarca da bunu konuştuk. Strateji, güvenlik uzmanları çıktı sahneye.. Artık bundan da sıkıldık. Yavaş yavaş ipin ucunu bırakıyoruz. Bizi, bu hâdiseye yeniden bağlaması için bir şeyler olmalı. Meselâ savaş büyümeli.. Yeni cepheler açılmalı. Değilse, koyuvereceğiz ve gidecek.....

Tuhaf bir zihin iklimi bu. Bir hâdisenin

neden veyâ ne için husûle geldiği

sorusu,

nasıl yaşanmakta olduğundan

; bu da

nereye evrileceği

sorusundan çok daha ehemmiyetsiz .........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play