CHP beklenen kurultayını gerçekleştirdi ve yeni beklentilerin aleyhine yeni bir genel başkana kavuştu. Doğrusu, siyâsal kültürümüz açısından nâdir görülen bir durumdur bu. Türkiye’de siyâsal liderlik, siyâsal partiler içinde işleyen, Michels’in Oligarşinin Tunç Kânunu dediği bir kânun tarafından devâm ettirilir. Yâni Türkiye’de siyâsal liderlik her şekilde oligarşik bir yapılanmadır. Siyâsal partiler Kânunu da bunu destekleyen kâideler ve hükümlerle yüklüdür.

Zaman zaman bu oligarşik yapılanmaya dâir şikâyetler su yüzüne çıkar. Siyâsal Partiler Kânunu’nda veyâ partilerin tüzüklerinde esaslı değişiklikler yapılması gerektiği söylenir. Bunu söyleyenlere her zaman inanmamak lâzımdır. Bu tarz şikâyetler hâl-i hazırdaki liderin sultasını kırmak için taktik seviyede ifâde edilir. Ama yeni liderle berâber yeniden hasır altı edilir. İşitilmez olur.

Bunu nasıl değerlendirmek lâzım gelir? Gâliba parti içi demokrasiyi ne aşağıdan yukarıya ne de yukarıdan aşağıya doğru hakikî mânâ isteyen de pek yok. Sebeplerinin târihsel olduğu kanaatindeyim. Hoş, buraya girecek değilim. Liderlerin sık sık değiştiği Batı demokrasilerinin, bizimkine kıyasla daha hayırlı neticeler verdiğini mutlak olarak iddia edenlerden de değilim. Onun da kendisine göre meseleleri olduğunu düşünebiliriz. Alâkadar olduğumuz bizdeki durumun doğurduğu meseleler…

Liderlere yüklenen aşırı yorumlardan birisi, onunla berâber sâdece liderin değil, doktriner bir değişimin de kaçınılmaz olarak yaşanacağı beklentisidir. CHP için düşünüldüğünde bunun içini dolduran tecrübeler de yaşanmamış değildir. Doğrusu, aralarındaki devâmlılık çizgisini de ihmâl etmeden, Mustafa Kemâl’den İsmet Paşa’ya CHP’nin hatırı sayılır ilk değişiminin yaşandığını da söyleyebiliriz. Aynı liderin hüküm sürdüğü zamanlarda da değişimler yaşanabilir. Aynı misâlden hareketler, İsmet Paşa’nın liderliğindeki 1938-1945 alt devri ile, II.Umûmî Harp sonrası, yâni 1946-1950 arasındaki devirde CHP’nin verdiği profil hayli farklıdır.

1972’de, partinin kendisi ile âdeta özdeşleştiği İsmet Paşa’ya karşı Bülent Bey‘in çıkışı ve liderliğe gelmesi, herhâlde CHP târihindeki en sağlam kırılmalardan biridir. Bülent Bey’in yapmış olduğu konuşmalar, neşrettiği bildiriler, kitaplar bu değişimin içini dolduran metinlerdi. Hâsılı Bülent Bey ile berâber sâdece lider değişmekle kalmıyor; 6 Ok yeniden yorumlanarak doktriner bir değişim de yaşanıyordu.

Bana tuhaf gelen husus, Bülent Bey’in demokrasi husûsundaki açılımlarının kendi liderlik pratiğinde yerini bulmamasıydı. İsmet Paşa’ya karşı kendisini can siperâne destekleyen ve doktrin oluşturmasına en büyük katkıyı veren Celâl Kargılı gibi isimleri tasfiye etmekten çekinmedi. Bir zamanlar İsmet Paşa’nın yanında yer alan; ama Bülent Bey’in de yükselişini görünce kendisinin yanına koşan; her devrin adamlarından ise ne kadar mustarip olduğunu biliyoruz.Bunlar liderlerin gölgesine yerleşen, gidişâta göre saf değiştiren; lâkin her devirde ayakta kalmayı bilen kadrolardı. Onlara en çok yakışan sıfatın her müşteriye göre farklı renkler vermeyi bilen siyâset esnaflığı olduğunu düşünürüm. Bülent Bey, ömr-ü hayâtınca bunlardan yaka silkti. Ama başarılı olamadı. En nihâyetinde, çâreyi partiyi bırakıp başka bir parti kurmakta buldu. Siyâset esnafına karşı liderliğini, tek adamlığını açık olmasa da kesin bir şekilde dayattı. Hoş, neticede ne oldu ki? Olanca titizlenmesine rağmen bu esnaflar yeni oluşum içinde yerlerini almaktan geri durmadılar.

12 Eylül’de kapatılmış olan CHP’nin yerini alan; Erdal İnönü, ama bilhassa Murat Karayalçın ve Aydın Güven Gürkan’lı SHP de,6 Ok’u, el hak Ecevit’in dışında bir çizgide yorumlamıştı.. Teferruatlarına girecek değilim; ama bu çizgiyi kendi içinde çok sorunlu bulduğuma işâret etmeliyim. Buna mukâbil, tekmil sorunlarıyla berâber de olsa, SHP hareketi, Ecevit’i ve yeni partisini en azından pratik olarak geriye iten bir açılım ortaya koymuştu... Lâkin SHP’nin bu açılımını destekleyecek ve kamuoyuna anlatacak doğru dürüst bir doktrini yoktu. Belki de lider meselesinin ehemmiyeti burada kendisini gösteriyor. Ne Erdal Bey ne de Aydın Güven ve Murat Bey’ler Ecevit çapında lider olabildiler. Yapılanları açıklayacak bir doktrin oluşturamayan SHP, kendi açılımlarının içinde yok oldu. Siyâset esnafı ise, bu çevreleri çekirdekten bile Deniz Bey liderliğinde fabrika ayarlarına dönerek yeniden yapılandı.

Beklenebileceği üzere safları sıklaştırarak gidilecek fazla bir yer de yoktu. Hattâ bunu, CHP artık iktidâr istemiyor mu acaba, kabilinden yorumlayanlar oldu. Kemâl Bey’in gelmesi de, en azından bir açıdan bu bıkkınlığın fonksiyonu olarak değerlendirilebilir. Siyâset esnafı da yelkenlerini bu sözde açılımın rüzgârıyla doldurdu. Partililer Kemâl Bey’den çok farklı Kemâl Bey’ler türetti. Namusluluk, dürüstlük, çalışkanlık yetmiyor. Kemâl Bey’de ne karizma ne de yeni bir doktrin üretecek vasıflar vardı. Helâlleşme nihâyetinde bu zaafları ucuz bir popülizmle telâfi etmek teşebbüsüydü. Olmadı. Son seçimlerde ağır bir yenilgi aldılar. Kemâl Bey’in sonunu getiren bu oldu. Siyâset esnafı yine çark etti. Özgür Bey’in geçici olduğunu düşündüğüm başkanlığını bir geçiş evresi olarak görüyorum. Sırada liderliğe hazırlanan Ekrem Bey olduğunu düşünenlerdenim..

Neticeye gelelim..Türk siyâsal kültüründe liderlik sultası denilen mesele, sâdece liderlerden müteşekkil değildir. Bu, içine siyâset esnafını da alan bir ağ (network) ile desteklidir. Liderlerin karizmatik olması ve doktrin geliştirmek başarısını göstermesi, siyâset esnafını ancak geçici bir süre için baskılayabilir. Bunun aşındığı her noktada en yıkılmaz zannettiğiniz liderleri bile bir çırpıda arkadan hançerleyip saf değiştirirler. Şaşıralım mı? Hayır… Ne de olsa burası Roma topraklarıdır ve Brütüslerden geçilmez..

QOSHE - Liderler ve esnaflar - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Liderler ve esnaflar

61 5
09.11.2023

CHP beklenen kurultayını gerçekleştirdi ve yeni beklentilerin aleyhine yeni bir genel başkana kavuştu. Doğrusu, siyâsal kültürümüz açısından nâdir görülen bir durumdur bu. Türkiye’de siyâsal liderlik, siyâsal partiler içinde işleyen, Michels’in Oligarşinin Tunç Kânunu dediği bir kânun tarafından devâm ettirilir. Yâni Türkiye’de siyâsal liderlik her şekilde oligarşik bir yapılanmadır. Siyâsal partiler Kânunu da bunu destekleyen kâideler ve hükümlerle yüklüdür.

Zaman zaman bu oligarşik yapılanmaya dâir şikâyetler su yüzüne çıkar. Siyâsal Partiler Kânunu’nda veyâ partilerin tüzüklerinde esaslı değişiklikler yapılması gerektiği söylenir. Bunu söyleyenlere her zaman inanmamak lâzımdır. Bu tarz şikâyetler hâl-i hazırdaki liderin sultasını kırmak için taktik seviyede ifâde edilir. Ama yeni liderle berâber yeniden hasır altı edilir. İşitilmez olur.

Bunu nasıl değerlendirmek lâzım gelir? Gâliba parti içi demokrasiyi ne aşağıdan yukarıya ne de yukarıdan aşağıya doğru hakikî mânâ isteyen de pek yok. Sebeplerinin târihsel olduğu kanaatindeyim. Hoş, buraya girecek değilim. Liderlerin sık sık değiştiği Batı demokrasilerinin, bizimkine kıyasla daha hayırlı neticeler verdiğini mutlak olarak iddia edenlerden de değilim. Onun da kendisine göre meseleleri olduğunu düşünebiliriz. Alâkadar olduğumuz bizdeki durumun doğurduğu meseleler…

Liderlere yüklenen aşırı yorumlardan birisi, onunla berâber sâdece liderin değil, doktriner bir değişimin de kaçınılmaz olarak yaşanacağı beklentisidir. CHP için düşünüldüğünde bunun içini dolduran tecrübeler de yaşanmamış değildir. Doğrusu, aralarındaki devâmlılık çizgisini de ihmâl etmeden, Mustafa Kemâl’den İsmet Paşa’ya CHP’nin hatırı sayılır ilk değişiminin yaşandığını da söyleyebiliriz. Aynı liderin hüküm sürdüğü zamanlarda da değişimler yaşanabilir. Aynı misâlden hareketler, İsmet Paşa’nın liderliğindeki 1938-1945 alt devri ile, II.Umûmî Harp........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play