Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkulur.

Bunu ilk defâ büyük târihçi İbn-i Haldun görmüştü. Kıtlığa mâruz kalan veyâ kendilerinden daha büyük güçlerin baskısına uğrayan , kâhir ekseriyeti göçebe olan

asabiye

unsurlarının, refaha ermiş, yerleşik ümran karşısındaki önlenemez zaferiydi bu. Tıpkı bunun gibi, asırlar sonra Karl Marx da târihin devrimci dinamiğini “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” işçi sınıfında buluyordu.

ABD’nin merkezinde olduğu Atlantik dünyânın hâl-i pür melâlini tâkip ettikçe, İbn-i Haldun ve Karl Marx’ın akıl yürütmelerini ve değerlendirmelerini hatırlamamak kâbil değil. Ne var ki küçük bir farkla. Bunları,

kazanmaya alışmış bir aktörün önlenemez kayıplar yaşamaya başladığı

durumlar için de tekrarlamak doğru olacaktır. Yâni, kazanmaya alışıp, birden kaybetmeye başlamışlar da, en az kaybedecek bir şeyi olmayanlar kadar; belki onlardan daha fazla gözlerini karartabiliyor.

ABD’nin, II.Umûmî Harp sonrasında kurmuş olduğu dünyâ hâkimiyeti, üç sütun üzerinde yükseliyordu. Bunlar, Yeni Dünyâ’nın

ekonomik, teknolojik ve askerî gücüydü.

1970’lerden başlayarak ABD ekonomik gücünü, sanayi kapitalizminin derin iç çelişkilerinin eseri olarak, verimlilik düşüşleri üzerinden yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Almanya ve Japonya dünyâ üretimindeki paylarını arttırmaya devâm ediyordu. Dolar, her ne kadar Bretton Woods hayli gevşetmiş olsa da göreceli olarak hâlâ altına bağlıydı. Yâni, meselâ Fransa, ABD ile geliştirdiği ticâret üzerinden ona sattığı malların karşılığı olan Dolarlarını altın olarak tahsil ediyordu. II.Umûmî Harp sonrası ABD Avrupa’nın altın rezervlerini elinde toplamıştı. Bunun yaklaşık 16.000 ton olduğu söylenir. Ama zamân içinde bunun yarısından fazlasını kaybetmişti. Bunu durdurmak zorundaydı. Harbin mağlûbu Almanya sesini çıkaramıyor; lâkin Fransa’da De Gaulle Eurodolar rejimine karşı tepkileri en fazla seslendiren liderdi. Sonu devrilmek oldu. ABD gidişâtı kontrol etmek adına derhâl bir şeyler yapmak zorundaydı. Nitekim 1970’in hemen başında Nixon, dünyâyı şoke eden bir kararla

Dolar-Altın bağını toptan ortadan kaldıran

o mâhut karârı açıkladı. Tek yanlı, zorbaca bir karardı bu. Artık ABD , herhangi bir üretim endişesi veyâ karşılık disiplini kaygısı gütmeden istediği kadar Dolar basabilecek , dünyânın artığını dilediğince çekebilecekti. Devâsa ve herkesi büyüleyen tüketim Amerikası da bu sûretle inşâ edilecekti. ABD’nin bastığı Dolarlar, verimliliğini kaybetmiş olan ekonomiye dönmedi. Ölü yatırımlara, borsa oyunlarına ve tüketim sektörlerinde takılı kaldı. Müthiş bir lümpenleşmeydi bu. Lümpenleşmeyi şöyle de somutlaştırabiliriz: Üretimin ABD’den kaçıp başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya’ya kaymasına ses çıkarmadılar. Bidâyette işlerine geliyordu. Almanya, Japonya‘dan sonra Çin ve diğer Asya toplumları üretecek, ABD, hiç çalışmadan bastığı Dolarlarla hepsine sâhip olabilecekti.

Bunların neticesinde ABD’nin

bütçe açığı

vermesi kaçınılmazdı. Ama bunu da uzun zaman umuruna koymadı. Nasıl olsa, matbaalar onun emrindeydi. bu açıkları kapatmak için yine Dolar basmak mümkündü.

Ekonominin bâsit kâidelerinden birisidir. Bir malın niceliği arttıkça değeri de düşer. Kapitalizm,

parayı metâlar zincirine katan bir ekonomik tarz

olarak geliştiği hesâba katılacak olursa bu kâidenin de işlemesinin mukadder olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çoğalan Doların değerinin düşmesi; bir zaman sonra da Dolar’dan kaçışın yaşanması sanki mukadderdi. Ama öyle olmadı. ABD askerî gücünü devreye sokarak, başta hayâtî derecede ehemmiyetli olan enerji olmak üzere dünyâ ticâretinin Dolar’a endeksli olmasını bir kanun hâline getirdi.

Ödemeler rejimi

Dolar temelli olduğu için herkes onunla borçlandı ve işlem yapmak zorunda bırakıldı. Bu da Dolara karşı dâimî bir talep doğuruyor; yerlerde sürünmesi gereken Dolar değer kaybına uğramamış görünüyordu. En azından işlemler seviyesinde..

2008 krizinden başlayarak bu lümpenleşme sürdürülebilir olmaktan çıktı. ABD bugün

kontrol edemediği bir emisyon hacmi ile ödemeyeceği borçların

baskısının altına girdi. Ekonomik kayıplarını finansal olarak kapatamıyor. Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya vd devletler Dolar rezervine dayalı bir ticâret ilişkisinden son derecede rahatsız oldular. Ama en kritik gelişme Suudî Arabistan’ın Çin ile altın garantili Yuan üzerinden petrol satacağını açıklaması oldu. Bölgesel düzeylerde Dolar rejimini çatlatan çok sayıda pratik ortaya çıkmaya başladı.

Japonya durgunluğa girmiş; Güney Kore yükselişe geçmişti; ama verimliliğini kaybetmemiş olan Alman ekonomisi merkezde olmak üzere AB ekonomileri ile, bir Avrasya gücü olan Rusya arasındaki kurulu ve gelişen ekonomik bağlar ABD için son derecede ürkütücü boyutlara ulaşmaktaydı. Ama daha beteri, Çin ile AB arasındaki ekonomik ilişkileri derinleştirecek olan yeni ticârî yolların somutlaşmaya başlaması ABD’yi çılgına çevirmeye yetiyordu. Diğer taraftan Çin kozasını kırmış, emek yoğunluklu ekonomiden sermâye ve teknolojik yoğunlu ekonomiye sıçrama yapmıştı. Yâni ABD’nin teknolojik üstünlüğü de sona ermekteydi. Hâsılı,

Avrupa-Avrasya ve Avrupa -Asya arasında yeni bir dünya

şekillenmeye başlamıştı.(Afrika da buna dâhildir). ABD bunu durduracak bir alternatif ekonomik atılımı başaramıyordu. O hâlde

kovboy rûhu

derhâl devreye girmeliydi. Yapılacak şeyler belliydi. 1) Avrupa ile Avrasya (Rusya) bağı kopartılmalıydı. 2) Avro bölgesi yalnızlaştırılarak çökertilmeliydi 3) Avrupa’yı Asya’ya bağlayan yollar çeşitli savaş, isyan ve gerllimlerle tahrip edilmeli; işlemez hâle getirilmeliiydi.. 4) Yeni ortaya çıkan Kuzey Kutbu ticâret yolu kesinlikle kontrol altına alınmalı; Çin ve Rusya’ya kapatılmalıydı. 5) Yeni iklim şartlarında münbitleşecek olan Sibirya’nın paylaşımı hedefe konmalıydı. 5) Bilhassa Tayvan’daki chip endüstrisi merkezde olmak üzere yüksek teknoloji yeniden ABD’ye çekilmeliydi. 6)Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynakları İsrâil’in patronajına verilmeliydi.

Kaybedecek şeyleri olanların kaybetmeye başlaması, onları kaybedecek bir şeyi olmayanlardan daha gözükara kılabiliyor. Ama unutmayalım;

târihin artık geriye çevrilebilir bir tarafı kalmadı.

Marx 19.Asırda; üretici güçlerin

gelişime mâni olunamaz

diye yazıyordu. Haklıydı..

#Politika

#Ekonomi

#Süleyman Seyfi Öğün

QOSHE - Lümpen kapitalizmin çöküşü - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Lümpen kapitalizmin çöküşü

77 1
04.01.2024
Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkulur.

Bunu ilk defâ büyük târihçi İbn-i Haldun görmüştü. Kıtlığa mâruz kalan veyâ kendilerinden daha büyük güçlerin baskısına uğrayan , kâhir ekseriyeti göçebe olan

asabiye

unsurlarının, refaha ermiş, yerleşik ümran karşısındaki önlenemez zaferiydi bu. Tıpkı bunun gibi, asırlar sonra Karl Marx da târihin devrimci dinamiğini “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” işçi sınıfında buluyordu.

ABD’nin merkezinde olduğu Atlantik dünyânın hâl-i pür melâlini tâkip ettikçe, İbn-i Haldun ve Karl Marx’ın akıl yürütmelerini ve değerlendirmelerini hatırlamamak kâbil değil. Ne var ki küçük bir farkla. Bunları,

kazanmaya alışmış bir aktörün önlenemez kayıplar yaşamaya başladığı

durumlar için de tekrarlamak doğru olacaktır. Yâni, kazanmaya alışıp, birden kaybetmeye başlamışlar da, en az kaybedecek bir şeyi olmayanlar kadar; belki onlardan daha fazla gözlerini karartabiliyor.

ABD’nin, II.Umûmî Harp sonrasında kurmuş olduğu dünyâ hâkimiyeti, üç sütun üzerinde yükseliyordu. Bunlar, Yeni Dünyâ’nın

ekonomik, teknolojik ve askerî gücüydü.

1970’lerden başlayarak ABD ekonomik gücünü, sanayi kapitalizminin derin iç çelişkilerinin eseri olarak, verimlilik düşüşleri üzerinden yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Almanya ve Japonya dünyâ üretimindeki paylarını arttırmaya devâm ediyordu. Dolar, her ne kadar Bretton Woods hayli gevşetmiş olsa da göreceli olarak hâlâ altına bağlıydı. Yâni, meselâ Fransa, ABD ile geliştirdiği ticâret üzerinden ona sattığı malların karşılığı olan Dolarlarını altın olarak tahsil ediyordu. II.Umûmî Harp sonrası ABD Avrupa’nın altın rezervlerini elinde toplamıştı. Bunun yaklaşık 16.000 ton olduğu söylenir. Ama zamân içinde bunun yarısından fazlasını kaybetmişti. Bunu durdurmak zorundaydı. Harbin mağlûbu Almanya sesini çıkaramıyor; lâkin Fransa’da De Gaulle Eurodolar rejimine karşı tepkileri en fazla seslendiren liderdi. Sonu devrilmek oldu. ABD gidişâtı kontrol etmek adına derhâl bir şeyler yapmak zorundaydı. Nitekim 1970’in hemen başında Nixon, dünyâyı şoke eden bir kararla

Dolar-Altın bağını toptan........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play