İsrâil dünyânın gözü önünde katliamına devâm ediyor. Duracağı da yok. Gûya “Medenî” dünyâdan gelen , pek çoğu da “mırın kırın” etmekten uzağa gitmeyen şikâyetler buna mâni değil. Eğer sosyolog Durkheim sağ olsaydı, dünyânın ahvâl ve gidişâtına bakar, muhtemelen Anomi’nin ikinci ve daha muhtevâlı cildini yazardı. Evet anomi, yâni kuralsız bir âdemiyet var karşımızda. İsrâil’in Gazze katliamı, olsa olsa bunun en irinli veçhesinden başka bir şey değildi.

Bugüne kadar,târih tek bir gücün, tek başına hegemonik bir dünyâ işbölümü kurmasına elvermiş değildir. Kadim zırâî târihlerde zâten teknik kapasite böyle bir şeye imkân tanımıyordu. Mevzîî bir hegemonya dağılımı mevcuttu. Meselâ Hint, Çin, İran ve Roma alt hegemonik yapılanmaları buna işâret ediyordu. Güç mücâdeleleri çok defâ aynı alt coğrafyadaki rakipler arasında yaşanıyordu. Büyük İskender’in, tekmil dünyâyı feth etmek ve birleştirmek gayretinin nasıl bir fiyasko ile neticelendiğini biliyoruz.

Modern târih, başta ulaşım ve iletişim sâhaları gelmek üzere, uzak coğrafyalarda kontrol sağlamak adına elbette çok ciddî bir kapasite artışını sağladı. Buna bağlı olarak yeni hegemonik güçler arasındaki paylaşım savaşları denizaşırı, kıt’alar aşırı bir boyut kazandı. Birleşik Krallık ve Fransa orduları Amerikalar’da savaşma kaabiliyeti kazandı. Bilindiği gibi bu rekâbetlerde dönemsel olarak üstün gelen Birleşik Krallık, ”üzerinde güneş batmayan devlet” olarak târihe geçti.

Üzerinde güneş batmamakla berâber Birleşik Krallık bu başarısını, en azından kendisi açısından emin, istikrarlı ve güvenli bir şekilde taşımakta bir lâhza rahat yüzü görmedi. Akla ilk geliverecek olan iki unsur var. Bunlardan ilki, rekâbetlerin hakkından mutlak mânâda gelemeyişiydi. Hollanda ve Fransa’yı sindirmekle iş bitmiyordu. Yükselen yeni bir güç olarak Almanya, Birleşik Krallığın başını ağrıtmaya devâm ediyordu. İkinci olarak müstemlekelerden gelen isyân ve kıyamlar da müstemlekecilerin kronik migrenlerinden birisiydi. Bu iki unsur mühim olmakla berâber birinci derecede mühim olmadığını düşünüyorum. Ekonomik ve mâlî nitelikli başka ve daha derin sebepler vardı... Bir defâ müstemlekeciliğin organizasyonu başlı başına büyük mâliyetler getiriyordu. Hindistan gibi, iklimi, coğrafyası, bitki örtüsü, her nev’i tehlikeyi saçan hayvânatı, haşarâtı, mikropları, virüleri, kültürü, inançları, dilleri, gelenekleri ile Atlantik’ten gelen müstemlekeci insanlar için büyük bir bilmeceydi. Bu bilmeceleri çözmek ve müstemlekeciliğin, gerek alt gerek üst yapısını kurmak için büyük harcamalar yapmak mecbûriyetindeydiler. Burada getiri-götürü, fayda-mâliyet hesapları her zamân istendiği ve beklendiği gibi olmayabiliyordu. Hâsılı bu işlerin mâliyeti Birleşik Krallığı bîtap düşürdü. II.Umûmî Harp neticesinde koltuğu ABD’ye bıraktılar ve târihsel yüklerinden arınma yolunu seçtiler. Müstemlekeciliğin tasfiyesini biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Emperyalizm, kolonyalizmin brüt hesaplarının kapatılıp net hesaplara geçişini anlatır.

ABD, yaşanan bu tecrübelerden esaslı bir ders çıkarmıştı. Evet, neticede ABD’nin merkezde, yorgun Birleşik Krallığın ise yedeğinde olduğu bir hegemonik dünyâ işbölümü kurulacaktı. Bunun mühendisliği başka türlü yapıldı. Müstemlekecilik sâdece statik hesap yapan bir mühendisliktiyse, emperyalizm hesaplarına dinamik bir boyut ilâve eden başka bir mühendisliktir. Şimdi bunlara bir bakalım.

II. Umûmî Harp sonrası ABD’nin rakibi olabilecek bir güç kalmamamıştı. Yeni mühendislik bunu bir avantaj olarak değil; tam aksine bir dezavantaj olarak görüyor; dinamik boyutun eksikliği olarak değerlendiriyordu. Kollar sıvandı ve bir öteki icât edildi: Komünist Blok... İdeolojik bölünmeler bunu perçinledi. Hâlbuki daha derinde bir anlaşma vardı.Yalta’da, farklı sâikler üzerinden de olsa aralarında düşmanlık geliştirme husûsunda anlaştılar. Evvelâ statik hesaplar devreye sokuldu. Karşılıklı ispiyonaj ve kışkırtma seçenekleri açık bırakılarak Lâtin Amerika ve Batı Avrupa ABD’ye, Doğu Avrupa ise Sovyetler’e bırakıldı. Afrika ve Asya ise yeni rekâbet alanı olarak târif edildi. Denge, kontrollü dengesizliklere dayalı olarak(Dehşet Dengesi) sağlanacaktı. İlk olarak nükleer dengesizlik giderildi. Daha sonra Çin’in bir devrim yapması neticesinde dengeyi bozacak şekilde Sovyetler’e katılması engellendi. Liste uzatılabilir. “Düşman. Öteki” nin istilâ tehditi ile korkutulan ve sindirilen kamuoyları, “Kurtarıcı Öteki”nin muzaffer olması için uğraşan kışkırtılmış kamuoyları ile berâber yaşatıldı. Hâsılı, yeni hegemonya diyalektiği kavramış, ötekisiz yapamayacağını idrâk etmişti.

Sovyetler’in çöküşü, zihinsel bir esriklik doğurdu. Hak etmiş olduğundan daha fazla ABD’nin zaferi olarak algılandı.Hâlbuki bu yukarıda bahsedilen dünyâ mühendisliğinin iflâsıydı. Statik jeostratejik hesaplar darmadağın oluyor, dinamik süreçler ise hesaplanamayacak derecede kontrolden çıkıyordu.

Bu esrikliği en başta ABD yaşadı. Bir nev’i Yeni İskendercilik hezeyanları yaşayan Pentagon, Neocon’lar coştular. Tek kutuplu dünyâ ihtirası yaşamaya başladılar. Kurumsal, sağlam yapıları olan bir öteki’yi kaybetmişlerdi. Artık öteki’yi kendilerine göre târif edebilir, her yere mutlak hâkim olabilirlerdi. Bunun için basit kurgular üzerinden bir dizi yeni şeytanlaştırmalar yeterliydi. İran ilk hedef oldu. Ama 2001 İkiz Kuleler hâdisesi esas milâttı. Gemi azıya alan ABD kudurganlaştı. Arap Dünyâsı, Afganistan zincire eklendi. Artık teopolitik hezeyanlar devredeydi ve buna bağlı olarak İslâmî terör hedefe kondu... Bizzat kendileri kurdu Taliban’ı, El Kaide’yi. Sovyetler’in coğrafyası belliydi; lâkin terör görünmezdi. Bu siyâsal saçmalığı meşrulaştıracak teoriler geliştirdiler. Dünyânın her yerinde bu saçmalıkları ezber yapan ve gereğini gözü kapalı yerine getiren vasıfsız, budala siyâsal kadrolar ürettiler.

Son perdede işi büyütmek istediler ve, sahte öteki kadrosuna yeniden Rusya ve Çin dâhil edildi. İşte bu tam bir hatâ oldu. Baltayı taşa vurdular. Ukrayna-Rusya savaşında Rusya güçlenerek çıktı. Çin’e dişlerini geçiremediler. Eğer nükleer bir hesaplaşma ihtimâlini hâriç tutacak olursak -orada kazanan olmaz- kaybettikleri çok açık. Bunun geri dönüşü yok. ABD’ye ötekisini kaybetmiş olmak kaybettiriyor. Herkesin kendi ötekisini keyfe mâyeşâ üretebildiği bir dünyânın zeminini onlar üretti. Gazze Kasabı’nın, kendisine âdetâ miyavlarcasına “çok fazla sivil öldürüyorsunuz” uyarısı yapan Biden’a, “Hiroşima’da siz kadın ve çocukları ayıkladıktan sonra mı attınız o atom bombasını?” cevâbını vermesi az mânidar değildir. Bu cevâbı aldıktan sonra Biden’ın suratının nasıl da allak bullak olduğu izlemeye değerdi.

QOSHE - Ötekisizlik - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ötekisizlik

71 16
07.12.2023

İsrâil dünyânın gözü önünde katliamına devâm ediyor. Duracağı da yok. Gûya “Medenî” dünyâdan gelen , pek çoğu da “mırın kırın” etmekten uzağa gitmeyen şikâyetler buna mâni değil. Eğer sosyolog Durkheim sağ olsaydı, dünyânın ahvâl ve gidişâtına bakar, muhtemelen Anomi’nin ikinci ve daha muhtevâlı cildini yazardı. Evet anomi, yâni kuralsız bir âdemiyet var karşımızda. İsrâil’in Gazze katliamı, olsa olsa bunun en irinli veçhesinden başka bir şey değildi.

Bugüne kadar,târih tek bir gücün, tek başına hegemonik bir dünyâ işbölümü kurmasına elvermiş değildir. Kadim zırâî târihlerde zâten teknik kapasite böyle bir şeye imkân tanımıyordu. Mevzîî bir hegemonya dağılımı mevcuttu. Meselâ Hint, Çin, İran ve Roma alt hegemonik yapılanmaları buna işâret ediyordu. Güç mücâdeleleri çok defâ aynı alt coğrafyadaki rakipler arasında yaşanıyordu. Büyük İskender’in, tekmil dünyâyı feth etmek ve birleştirmek gayretinin nasıl bir fiyasko ile neticelendiğini biliyoruz.

Modern târih, başta ulaşım ve iletişim sâhaları gelmek üzere, uzak coğrafyalarda kontrol sağlamak adına elbette çok ciddî bir kapasite artışını sağladı. Buna bağlı olarak yeni hegemonik güçler arasındaki paylaşım savaşları denizaşırı, kıt’alar aşırı bir boyut kazandı. Birleşik Krallık ve Fransa orduları Amerikalar’da savaşma kaabiliyeti kazandı. Bilindiği gibi bu rekâbetlerde dönemsel olarak üstün gelen Birleşik Krallık, ”üzerinde güneş batmayan devlet” olarak târihe geçti.

Üzerinde güneş batmamakla berâber Birleşik Krallık bu başarısını, en azından kendisi açısından emin, istikrarlı ve güvenli bir şekilde taşımakta bir lâhza rahat yüzü görmedi. Akla ilk geliverecek olan iki unsur var. Bunlardan ilki, rekâbetlerin hakkından mutlak mânâda gelemeyişiydi. Hollanda ve Fransa’yı sindirmekle iş bitmiyordu. Yükselen yeni bir güç olarak Almanya, Birleşik Krallığın başını ağrıtmaya devâm ediyordu. İkinci olarak müstemlekelerden gelen isyân ve kıyamlar da müstemlekecilerin kronik migrenlerinden birisiydi. Bu iki unsur mühim olmakla berâber birinci derecede mühim olmadığını düşünüyorum. Ekonomik ve mâlî nitelikli başka ve daha derin sebepler vardı... Bir defâ müstemlekeciliğin organizasyonu başlı başına büyük........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play