Herkesin farkında olduğu; lâkin kâfi derecede alarm verdiğini düşünmediğim bir sürecin içindeyiz. Kuvvetlenen aşırı sağ, popülist sağ vb söylemler sık sık gündeme geliyordu. Doğrusu, hayli sönümlenmiş olsa da kamuoyları içinde entelektüel faaliyetlerini hâla devâm ettiren kesimlerden, yaşadıklarımızın II.Umûmî Harp sonrası yaşananlara benzediği; o hâlde uyanık olunması gerektiği yolunda kararlı bir duruş beklerdim. Gâliba, İtalya’da faşist olduğunu saklamak gereğini duymayan Giorgia Meloni’nin iktidâra gelmesini ârızî bir gelişme olarak yorumladılar. Keşke bununla kalsaydı. Belki o zaman biz de öyle der geçerdik. Ama Fransa’da Marie Le Pen’in iktidârı zorlaması, muhtemelen önümüzdeki seçimlerde bunu başaracak olması, Almanya’da Almanya için Alternatif Parti(AFD)’nin yükselişi, İsveç’de Neo Nazi geçmişi âşikâr olan İsveç Demokratları Partisi’nin son seçimden ikinci büyük parti olarak çıkması birbiriyle eşlenen gelişmelerdi. Âşikâr olan, temelde sağcılaşan ve solun eridiği bir Avrupa portresiydi. Aşırı sağın yükselişini perdeleyen, görece geciktiren bir manzaradır bu. Gidişâtın merkez sağ ile sınırlı kalmadığını, aşırı sağı hazırladığını açıkça gösteren gelişme Hollanda’da yaşandı. Hanidir ikinci parti seviyesinde kalan Geert Wilders’in sansasyonel liderliğindeki aşırı sağcı PVV nihâyet seçimi kazandı. Faşist liderler Wilders’in seçim başarısından çok büyük bir heyecan hissettikleri anlaşılıyor. Fransız Le Pen, İspanya’daki falanjist geçmişe sâhip çıkan VOX lideri Abascal, Portekiz’in yeni Salazar’ı olarak görülen CHEGA Partisi’nin lideri Ventura, Avusturyalı faşistlerin partisi olan Özgürlük Partisi lideri Kickl, Wilders’in başarısını harâretle ve biraz da ağızları sulanarak tebrik ettiler. Macar Orban da kervâna katıldı.

Gelişmeler tabiî ki Avrupa ile sınırlı değil. Uzağa gitmeyelim; gözümüzün önünde Gazze katliamını gerçekleştiren Netanyahu’nun yâverlerinden birisi de Ben Gvir gibi azılı bir sağcı olduğunu biliyoruz. Lâtin Amerika’da durum yarı yarıya. İktidarlar Lula, Morales vb sosyalistlerle, Milei, Brezilyalı Bolsarano gibi sağcı popülist liderler arasında el değiştiriyor. Yâni bir kararsızlık var. Milei’i harâretle tebrik edenler arasında Trump’ın olması da şaşırtıcı değil.

Bu ters yüz oluşlara ne demeliyiz? Bir defâ sağ kabuk değiştiriyor. Mâkul ve ölçülü bir merkez sağ çekiliyor; bunun yerine Bonapartist-popülist sağcılık ile olağanüstü bir çeşitlilik gösteren ultra sağcılık arasına sıkışan hadsiz, küstah ve saldırgan bir yeni sağ yükseliyor. Buna toptan faşizmin yükselişidir demek- öyle diyenler de var- berâberinde kılı kırk yaran akademik tartışmaları da getirebilir. Elbette faşist, falanjist ve nazi mirâsı bu akımların ve yapıların ana malzemelerini oluşturuyor. Bu sürecin kapsamlı bir akademik çalışmaya oturtulması zaman alacak.

Birinci elden yapılan değerlen-dirmelerden birisi, dünyâda yaşanan demografik savrulmaların, göçlerin, bilhassa da yasa dışı göçlerin ve göçmenlerin bunu beslediği yolundadır. Bu elbette yanlış değildir. Ama eksik olduğunu hemen kaydetmeliyiz. Eğer küresel ölçekte önü alınamayan demografik bir savrulma yaşanıyorsa bunun esas sebebi yine önü alınamayan ve kapitalizmin derin çelişkilerinden beslenen ekonomik mâhiyetteki bir buhrandır. Aslında yaşadıklarımızın 1929 Buhrânı’nda yaşananlara benzetilmesi çok da aykırı olmayacaktır. Buna göre, 100 senelik bir aradan sonra başladığımız yere dönüyoruz. 1929 gibi buhranların , şerden hayra evrilerek insânî değerler üzerinden bir küresel-toplumsal dönüşümü sağlayabileceğine o günlerde de inananlar vardı. Ama öyle olmadı; sermâye, evvelâ faşizmler, nazizmler ve falanjizmler ve ağır bedelli iki umumî harp üzerinden kazandı. Daha sonra da bu kazanımlarına demokratik bir kozmetik giydirdi. 2019 sonrası yaşanan buhranın bundan bazı farkları var. Bu defâ kazananın ne olacağı belli değil. Diğer taraftan buhrânın şerrini hayırlara tahvil etmeyi düşünen ve buna hazırlanan hiçbir siyâsal oluşum mevcut değil. Solun dejenerasyonu olanca hızıyla devâm ediyor. Komşu Yunanistan’ın sol (?) partisi Syriza’da Varoufakis gibi aklı başında ve nâmuslu grupları tasfiye eden paçozlaşma sürecinin son perdesi komşuda, Yunanistan’daki liderlik değişiminde yaşandı. Son lider evlere şenlik. Altın Şafak karşısında ne kadar kırılgan olduğu ne kadar âşikâr.. Evet, tâbir tam da bu olmalı. Sol artık son derecede kırılgan..Her hâliyle ve her mânâda…(Kırılganlık tâbirini her nev’i serbest çağrışıma açarak kullanıyorum). Daha beteri,sol kırılganlaşmayı en ortodoks seviyede savunuyor. Daha da nasıl kırılgan olabilirimin, onu daha baskın nerede ıspatlayabilirimin derdinde.

Bunun tesâdüf olmadığı kanaatindeyim. II.Umûmî Harp sonrasında burjuvaların temsil ettiği derin bir kültürlenme ve dünyâyı kültürleme mes’uliyeti ,orta sınıflaşma üzerinden tasfiye edildi. Orta sınıflar hadım edilmiş burjuvalardır aslında. İşçi sınıfı da bu orta sınıflaşma ve onun üzerinden hadımlaştırmadan nasibini aldı. Kaba, nâdan süreçlerdi bunlar. Sınâi kapitalizmin çöküşünü veren tüketim kapitalizmi ise hadımlaştırılmış orta sınıfları yeniden kültürledi. Bunun üç veçhesi olduğunu düşünüyorum. Şenlikli İncelme, kırılganlaşma ve son olarak faşizmlerin yükselişine de ışık tutan taşkınlaşma. Tüketim kapitalizminde burjuvaları hizaya sokan, ehlileştiren kaba kültürlenmelerin yerini bu defâ, giderek plastikleşen ve kozmetikleşen incelmeler aldı. Bir zamanlar dünyâyı kültürleyenler artık kültürleniyordu.. Bu edilgenleşmenin veçhelerinden birisi olan incelmenin kırılganlaşmaya dönüşmesi son derecede anlaşılabilirdir. Ama iş bununla bitmiyor, kırılganlaşmanın da bir neticesi var. Taşkınlaşmalar hikâyenin son epizodu. Sarı gömlekliler sempatik çağrışımlar yapabilir. Ama sarının kara ile yer değiştirmesi an meselesidir. Unutmayalım ki Mussolini’nin militanları kendilerine Kara Gömlekliler (Squadristi) diyorlardı. Dünyâ devrimci(?) pratiklerinin renklenmesi, Renkli Devrimler tâbirine ve gösterilerine alıştırılmamız kâfi derecede alarm vericiydi. Nihâyetinde karanın baskın çıkacağı o cümbüşten belliydi..

Ayrı bir yazının konusu; ama en azından tezi ortaya koyalım:Bugün tırmanan faşizmler-haydi öyle diyelim-1930-1940’larda olduğu gibi kapitalizmin kurtuluşuna adanmıyor. Tam aksine, yine kapitalizmin içinden gelen bir dinamik kapitalizmin, en azından bildik bütün ölçüleriyle cenâzesini ve defnini hazırlıyor. Yükselen faşizmler, bunun bir katalizörü. Mesele, onun kalıcı olup olmayacağı.

QOSHE - Yükselen faşizmlere bir derkenar - Süleyman Seyfi Öğün
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yükselen faşizmlere bir derkenar

56 1
27.11.2023

Herkesin farkında olduğu; lâkin kâfi derecede alarm verdiğini düşünmediğim bir sürecin içindeyiz. Kuvvetlenen aşırı sağ, popülist sağ vb söylemler sık sık gündeme geliyordu. Doğrusu, hayli sönümlenmiş olsa da kamuoyları içinde entelektüel faaliyetlerini hâla devâm ettiren kesimlerden, yaşadıklarımızın II.Umûmî Harp sonrası yaşananlara benzediği; o hâlde uyanık olunması gerektiği yolunda kararlı bir duruş beklerdim. Gâliba, İtalya’da faşist olduğunu saklamak gereğini duymayan Giorgia Meloni’nin iktidâra gelmesini ârızî bir gelişme olarak yorumladılar. Keşke bununla kalsaydı. Belki o zaman biz de öyle der geçerdik. Ama Fransa’da Marie Le Pen’in iktidârı zorlaması, muhtemelen önümüzdeki seçimlerde bunu başaracak olması, Almanya’da Almanya için Alternatif Parti(AFD)’nin yükselişi, İsveç’de Neo Nazi geçmişi âşikâr olan İsveç Demokratları Partisi’nin son seçimden ikinci büyük parti olarak çıkması birbiriyle eşlenen gelişmelerdi. Âşikâr olan, temelde sağcılaşan ve solun eridiği bir Avrupa portresiydi. Aşırı sağın yükselişini perdeleyen, görece geciktiren bir manzaradır bu. Gidişâtın merkez sağ ile sınırlı kalmadığını, aşırı sağı hazırladığını açıkça gösteren gelişme Hollanda’da yaşandı. Hanidir ikinci parti seviyesinde kalan Geert Wilders’in sansasyonel liderliğindeki aşırı sağcı PVV nihâyet seçimi kazandı. Faşist liderler Wilders’in seçim başarısından çok büyük bir heyecan hissettikleri anlaşılıyor. Fransız Le Pen, İspanya’daki falanjist geçmişe sâhip çıkan VOX lideri Abascal, Portekiz’in yeni Salazar’ı olarak görülen CHEGA Partisi’nin lideri Ventura, Avusturyalı faşistlerin partisi olan Özgürlük Partisi lideri Kickl, Wilders’in başarısını harâretle ve biraz da ağızları sulanarak tebrik ettiler. Macar Orban da kervâna katıldı.

Gelişmeler tabiî ki Avrupa ile sınırlı değil. Uzağa gitmeyelim; gözümüzün önünde Gazze katliamını gerçekleştiren Netanyahu’nun yâverlerinden birisi de Ben Gvir gibi azılı bir sağcı olduğunu biliyoruz. Lâtin Amerika’da durum yarı yarıya. İktidarlar Lula, Morales vb sosyalistlerle, Milei, Brezilyalı Bolsarano gibi sağcı popülist liderler arasında el değiştiriyor. Yâni........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play