Üç ay önce, İsrail işgal rejimi tarafından Gazze’ye yönelik soykırımın başlatıldığı ilk günlerde, Benyamin Netanya-hu’nun söylemlerini hatırlayınız: İsrail’in “kendini savunma” hakkından söz ediyor ve masum kadınların, çocukların ve yaşlıların üzerine yağdırılan bombaları “demokratik dünyanın barbarlıkla savaşı” olarak isimlendiriyordu. Son derece seküler, uluslararası ilişkilerin sözüm ona “değer”lerine uygun ve herhangi bir dinî gönderme barındırmayan bir üsluptu bu. Çünkü ordunun savaşma gücünden emindi. Ancak kısa süre sonra, eski İsrail ordusunun yerinde yeller estiği bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. 1950’lerin, 60’ların, 70’lerin iç disiplini gitmiş, eşcinsellik başta olmak üzere Yahudi şeriatının en katı yasaklarının fütursuzca işlenip afişe edildiği bir çürüme yaygınlaşmış, “vadedilmiş topraklar için savaşma” ülküsünün yerini ödlekçe bir ölüm korkusu almış, velhasıl o “anlı şanlı” İsrail ordusu, bir avuç inanmış adam karşısında nal toplamaya başlamıştı. Kassâm mensupları ayaklarında terlik, üzerlerinde eşofman ve dillerinde dualarla, adeta tapınılan o devasa tankları tuzaklıyor, haftalarca zaten başlayamayan kara operasyonları, İsrail açısından tam bir fiyaskoya dönüşüyordu.

Netanyahu bunun üzerine canhıraş Yahudiliğin temel metinlerine sarıldı. Muharref Tevrat’tan pasajlar okudu, askerleri motive etmeye çabaladı. Ama bu taktik de tutmadı. En başından itibaren din dışı bir ideoloji olarak örgütlenen Siyonizm, bir “dinler coğrafyası” olan Ortadoğu’ya yerleşmek ve Filistin’in işgalini meşrulaştırmak için mecburen dinî argümanlara sığınmış, Arap ve İslâm dünyasının dağınıklığından faydalanarak on yıllar boyunca İsrail’i “din devleti” kılığında yaşatmayı başarmıştı. Karşımızda şimdi makyajı silinmiş, dişleri dökülmüş, yorgun bir acuze duruyor.

Orta-doğu’da dinî ideolojinin kitleler üzerindeki ateşleyici tesirini kullanarak nüfuz sahasını genişletme noktasında, en başarılı ülke İran. Sadece son 10 yılda Arap Yarımadası’nın güneyinde ve kuzeyinde yaşanan gelişmeleri takip eden herkes, Suudi Arabistan’ın dört koldan kuşatıldığını görecektir. Gazze’de şimdilerde yaşanan süreç, Yemen’de çok sağlam ve sarsılmaz bir İran karakolunun inşasına yaradı. Aynı şey, 2006’da Lübnan’da hayata geçirilmiş, İsrail’in 34 günlük saldırıları sona erdiğinde, İran adına hareket eden Hizbullah, ülkeye el koymuştu.

Suudi Arabistan, son yıllarda Batılılaşmayı merkeze alan bir dönüşüm sürecine girdi. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öncülük ettiği hamleler, “Vehhâbîlik” ideolojisi etrafında kümelenen olumsuz imajı ortadan kaldırmayı ve Suudi Arabistan’ı dünya sahnesinde “mutedil” bir devlet olarak yeniden yapılandırmayı hedefliyor. Muazzam futbol ve sanat yatırımları, bilhassa genç nüfusun resmî makamlar eliyle eğlence sektörüne yönlendirilmesi, okullarda okutulan müfredatın baştan aşağı yenilenmesi, tamamen bu hedef için. Ancak… Suudi Arabistan’ın konumlandığı coğrafya, İskandinavya değil ne yazık ki. Ortadoğu’da, sadece kapitalle veya dünyevîleşmeyle var olunamaz, mutlaka kitleleri motive edecek ve kimliklerini belirleyecek bir “muharrik ideoloji” gerekiyor.

Tam bu noktada, sözü bize yani Türkiye’mize getirmek istiyorum. Uzunca bir süreden beri sinsice altyapısı hazırlanan, son yıllarda ise belli odakların kışkırtmasıyla kanser virüsü gibi yayılma istidadı gösteren İslâm düşmanlığı, ülkemizin geleceğine kurulmuş en büyük tuzaktır. Her gün başka bir abuk tezahürüne şahitlik ettiğimiz, İslâm’dan soyulmuş Türk milliyetçiliği ile İslâm’dan soyulmuş Kürt milliyetçiliğinin “göz yaşartıcı” paslaşmasını, kimse “halkların kardeşliği” olarak yorumlamaya kalkmasın. Bu, Türkiye’nin bütün tarihî, coğrafî ve stratejik iddialarından vazgeçmesi, güçten düşmesi ve tarih sahnesinden silinip gitmesi için kurgulanan alçakça bir tiyatrodan başka bir şey değildir. Dinsizlik, mutlak çöküştür. Bu projeye bilerek veya bilmeyerek omuz veren herkes, memleketin geleceğine kastetmektedir.

İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali, bu ihanete karşı bütün varlığımızı siper etmemiz şart.

QOSHE - Dinsizlik çöküştür - Taha Kılınç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dinsizlik çöküştür

67 1
06.01.2024

Üç ay önce, İsrail işgal rejimi tarafından Gazze’ye yönelik soykırımın başlatıldığı ilk günlerde, Benyamin Netanya-hu’nun söylemlerini hatırlayınız: İsrail’in “kendini savunma” hakkından söz ediyor ve masum kadınların, çocukların ve yaşlıların üzerine yağdırılan bombaları “demokratik dünyanın barbarlıkla savaşı” olarak isimlendiriyordu. Son derece seküler, uluslararası ilişkilerin sözüm ona “değer”lerine uygun ve herhangi bir dinî gönderme barındırmayan bir üsluptu bu. Çünkü ordunun savaşma gücünden emindi. Ancak kısa süre sonra, eski İsrail ordusunun yerinde yeller estiği bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. 1950’lerin, 60’ların, 70’lerin iç disiplini gitmiş, eşcinsellik başta olmak üzere Yahudi şeriatının en katı yasaklarının fütursuzca işlenip afişe edildiği bir çürüme yaygınlaşmış, “vadedilmiş topraklar için savaşma” ülküsünün yerini ödlekçe bir ölüm korkusu almış, velhasıl o “anlı şanlı” İsrail ordusu, bir avuç inanmış adam karşısında nal toplamaya başlamıştı. Kassâm mensupları ayaklarında terlik, üzerlerinde eşofman ve dillerinde dualarla, adeta tapınılan o devasa tankları tuzaklıyor, haftalarca zaten başlayamayan kara operasyonları, İsrail açısından tam bir fiyaskoya dönüşüyordu.

Netanyahu bunun üzerine canhıraş Yahudiliğin temel metinlerine sarıldı. Muharref Tevrat’tan pasajlar okudu, askerleri motive etmeye........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play