İsrail’in devletleşme süreci ile ilgili Batı’nın rolü üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Doğrudan ve dolaylı desteklerle ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılsa da somut gerçeklerin varlığı, süreçte Batı’nın rolünün anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Doğrudan katkılara bakıldığında, Balfour Deklarasyonu ile başlayan süreçte, Batı’nın buraya doğrudan müdahil olduğu görülmektedir. Deklarasyon ile Yahudilerin Filistin’de bir anayurt edinmesinin mümkün hale getirilmesi ve sonrasında yaşanan demografik hareketler, bu durumu desteklemektedir. Bir diğer somut adım ise Birleşmiş Milletlerin 1947 Taksim Planı olarak bilinen 181 sayılı kararına istinaden yapılan müdahaledir. Buna göre Filistin topraklarında üç parçalı bir yapı inşa edilmesi planlanmış ve karar BM Genel Kurulunda oylanarak oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

1948 ve sonrasında özellikle 67 savaşından sonra ise İsrail’in işgal politikaları farklı bir boyut kazanmış ve söz konusu Taksim Planının dışında daha geniş bir coğrafyaya karşılık gelen bir İsrail tasarlanmıştır. İsrail’in yerleşimci adı altında yaptığı bu genişleme ve işgal siyasetinin ABD başta olmak üzere birçok Batılı devlet tarafından desteklendiği ortada. Nitekim BM’de, İsrail’in birçok kez kınanmasına rağmen herhangi bir anlamlı yaptırıma tabi tutulamaması, bu açık desteğin bir sonucudur.

Yahudilere yönelik tutum sadece Kıta Avrupası ile sınırlı da değildi. Hitler Almanya’sından kaçan bir grup akademisyenin ABD’deki saha gözlemleri de benzer bir durumun Birleşik Devletlerde yaşandığını gösteriyordu. Örneğin, Frankfurt Toplumsal Araştırmaları Enstitüsü’nün (Frankfurt Okulu) Hitler döneminde Almanya’yı terk ederek ABD’ye yerleşen üyelerinin yaptığı gözlemler sonucunda ortaya çıkan “Otoriteryan Kişilik Üzerine” isimli çalışma, Yahudilerin hangi gerekçelerle bir sorun olarak algılandığını bütün ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. Bütün Yahudilerin istisnasız birbirine benzediği tezinin yer yer kendisini hissettirdiği bu saha çalışmasında, 1950’lere doğru ABD’de yerleşik hale gelen antisemitizmin boyutlarını da göstermektedir. Kitapta, “bir Yahudi sorununun varlığı kabul edildiği anda, antisemitizm el atından ilk zaferini kazanmıştır” sözü, ise oldukça manidar. Nitekim antisemitizm ve Holokostun özellikle 60’lı yıllardan sonra bir endüstriye dönüşmesi ve İsrail’in bu endüstriyi kendi eylemlerini meşrulaştırmak amacıyla kullandıkları bilinmektedir. Bugün geriye doğru bakıldığında, Filistin topraklarındaki işgal politikaları ve yurt edinme süreçlerinde Batı’nın hem doğrudan hem de dolaylı biçimde çok yoğun bir desteği olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.

7 Ekim ile başlayan süreçte de İsrail’in kuruluşunda rol oynayan Batılı devletlerin önemli destekleri söz konusu. İngiltere ve ABD’nin askeri olarak müdahil oluşları, Almanya’nın Holokostun yüküyle her türlü girişime destek oluşu bunu açıkça göstermektedir. En basitinden İsrail’in kendisini savunma hakkı üzerinden aklanmaya çalışılması bile Batı’nın buradaki rolüne ilişkin ayrıntılı bilgiler vermektedir. BM’nin hangi koşullarda oluşturulduğu ve bugünün adalet arayışına katkısı ise herkesin malumu.

QOSHE - İsrail sorunu ve Batı’nın sorumluluğu - Turgay Yerlikaya
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İsrail sorunu ve Batı’nın sorumluluğu

6 1
22.01.2024

İsrail’in devletleşme süreci ile ilgili Batı’nın rolü üzerine çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Doğrudan ve dolaylı desteklerle ilgili zaman zaman spekülasyonlar yapılsa da somut gerçeklerin varlığı, süreçte Batı’nın rolünün anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Doğrudan katkılara bakıldığında, Balfour Deklarasyonu ile başlayan süreçte, Batı’nın buraya doğrudan müdahil olduğu görülmektedir. Deklarasyon ile Yahudilerin Filistin’de bir anayurt edinmesinin mümkün hale getirilmesi ve sonrasında yaşanan demografik hareketler, bu durumu desteklemektedir. Bir diğer somut adım ise Birleşmiş Milletlerin 1947 Taksim Planı olarak bilinen 181 sayılı kararına istinaden yapılan müdahaledir. Buna göre Filistin topraklarında üç parçalı bir yapı inşa edilmesi planlanmış ve karar BM Genel Kurulunda oylanarak oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

1948 ve sonrasında özellikle 67 savaşından sonra ise İsrail’in işgal politikaları farklı bir boyut kazanmış ve söz konusu Taksim Planının dışında daha geniş bir coğrafyaya karşılık gelen bir İsrail........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play