Bir afetin yıldönümünü hatırlamak bir toplum için gerçekten zor olmalı. Fakat o denli alıştık ki belki bu zorluğun farkında dahi değiliz.

Senelerce Gölcük depreminin yıldönümünü hatıramızda yaşattık. Şimdi işte ilk defa bir başka afetin yıl dönümündeyiz; 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin. Nice canımız yitti. Cennetlerde ağırlansınlar. Kalanlar için ne yapabileceğimizi düşündük.

1999 depreminden sonra Sakarya’ya ve Kocaeli’ne gitmiştim. Viran olan şehirleri görmüştüm. Bir daha da hiç gitmedim. Bilmiyorum, belki gitmek içimden gelmemişti. Ama geçtiğimiz aylarda yolum Sakarya’ya düştü.

Zihnimdeki Sakarya ile gözümün önündeki Sakarya başka iki yerdi. Gerçi şehrin yeni yerleşimlerini gördümse de hatıramdaki o eski ören olmuş imaj ortadan kayboldu. Türkiye standardının çok üzerinde bir şehirle karşılaştım. Ya da belki İstanbul standardının demeliyim. Emin değilim. Fakat afetle kalkınma düşüncesinin gerçekleştiğini, hatta en iyi denebilecek örneklerinden birisinin çıkarılmış olduğunu gördüm.

Kocaeli’nin de benzer şekilde iyileştiğini işittim ama otoyoldan şehrin içine kırmak henüz nasip olmadı.

Şimdi 90’ların o karanlığındakinden çok daha güçlü bir Türkiye, elinden geleni ardına koymaksızın, asrın afetinden sonra yeniden kalkındırmak için, kalanlara yeniden bir umut verebilmek için Kahramanmaraş’ı, Hatay’ı, Gaziantep’i, Malatya’yı, Adıyaman’ı baştan imar ediyor. Yatırımlar yapıyor. Afetzedeler devletin gölgesinde gölgeleniyor. Nerede bu devlet, nerede bu millet sözü 1999’da kaldı.

Olağanüstü bir hızda neredeyse başka hiçbir devletin kotaramayacağı işler başarılıyor. Bu bir övme ifadesi değildir.

Türkiye ustalarıyla, müteahhitleriyle, beton santralleriyle, tuğla fabrikalarıyla, demir, çelik, alüminyum sanayiyle, kereste üretimiyle, iş makineleriyle, mühendisleriyle dünyada bu işi en örgütlü biçimde yapabilecek tek ülke zaten.

Elbette “en” üstünlüğü için bu varlıkların bulunması şarttır ama yetmez. Sorumluluk sahibi bir liderlik gerekir. Neredeyse tüm ülkeler bu anlamda ıstırap çekerken Türkiye’de o da var. Ama o da yetmez. Millet lazım.

Deprem zamanı insanlara sordum; devlet evi yıkılana ev versin mi, diye. Kendi kiracılığına dahi bakmadan hiç tereddütsüz sadece “versin” cevabını aldım. Türkiye’de yani millet de var.

Asrın afeti günlerinde bölgede bulundum. Herkesin nasıl canla başla katkı vermeye çalıştığını gördüm. Hele yazıda da geçmişken Kocaelililerin sahada en önde olduğunu, Kocaeli Ticaret Odasının başka bir farkındalık ortaya koyduğunu hissettiğimi söylemeden geçemem. Sanırım afetzedelerin halinden en çok onlar anlamıştı.

Başka kalburüstü işlerimiz de var. Mesela deprem afet sigortası; DASK.

Daha 6 aya kalmadan 900 bin civarı dosyanın neredeyse %90’ının ödemesi yapılmıştı. Acenteler, saha eksperleri dahi hayatını kaybetmiş yahut erişimsiz kalmışken… Bugün itibariyle dosyaların tümünü tamamlamaya yaklaştı. Dünyanın bu ilk afet sigortası havuzu örneği istisnai bir performans sundu. Hatta herkesin DASK poliçesi olsa, herkes poliçe bilgilerini doğru beyan etmiş olsa, imar sorunları olmasa çok daha güçlü bir performans ortaya konabilirdi.

30 bin dosyanın açıldığı bir depremde Yeni Zelanda’da ödemelerin tamamlanması 7 yılı geçmişti.

Yani Kahramanmaraş depremlerinin yıl dönümünde zafiyetleri değil, inanmışlığı, hazırlıkları, çözümü ve sorunların üstesinden gelmeyi konuşuyor durumdayız.

Fakat afetle kalkınma noktasından afetten önce kalkınma noktasına geçmemiz lazım. Kabul, Türkiye kriz durumlarında çok iyi. Fakat bu meziyetini krizi önleme aşamasına çekmesi gerekiyor.

Şimdi, haliyle ben bu yazıyı yayınlanmadan biraz önce gazeteye göndermiş bulunuyorum. Siz okuyucularım yayınlandıktan biraz sonra okuyacaksınız. Bilemiyoruz, uzmanların ifadelerinden anladığımız kadarıyla belki bu sürelerde dahi hafazanallah bir büyük deprem vuku bulabilir. Türkiye, işte, bir depreme yahut başka bir afete bu denli yakın.

Bu şartlarda güvenmediğimiz yapıları yeniden imar etmek zorundayız.

Dönüşüm ekonomik olarak da bir anlam ifade edecektir. En azından kesintisiz birkaç yıl Türkiye’nin diğer ülkelere göre ortalama üzerinde bir performans göstermesi beklenebilir. Yıllarca inşaatın büyümeye negatif etkisinden sonra…

Türkiye’nin büyümesi içinde inşaatın nötr olması gerekiyor. Aksi barınma sorununa dönüşüyor. Ve bu yüce gönüllü millet böyle bir sorunla yaşamayı hak etmiyor.

QOSHE - Altında kalınan değil, altından kalkılan Şubat - Yusuf Dinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Altında kalınan değil, altından kalkılan Şubat

13 2
06.02.2024

Bir afetin yıldönümünü hatırlamak bir toplum için gerçekten zor olmalı. Fakat o denli alıştık ki belki bu zorluğun farkında dahi değiliz.

Senelerce Gölcük depreminin yıldönümünü hatıramızda yaşattık. Şimdi işte ilk defa bir başka afetin yıl dönümündeyiz; 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin. Nice canımız yitti. Cennetlerde ağırlansınlar. Kalanlar için ne yapabileceğimizi düşündük.

1999 depreminden sonra Sakarya’ya ve Kocaeli’ne gitmiştim. Viran olan şehirleri görmüştüm. Bir daha da hiç gitmedim. Bilmiyorum, belki gitmek içimden gelmemişti. Ama geçtiğimiz aylarda yolum Sakarya’ya düştü.

Zihnimdeki Sakarya ile gözümün önündeki Sakarya başka iki yerdi. Gerçi şehrin yeni yerleşimlerini gördümse de hatıramdaki o eski ören olmuş imaj ortadan kayboldu. Türkiye standardının çok üzerinde bir şehirle karşılaştım. Ya da belki İstanbul standardının demeliyim. Emin değilim. Fakat afetle kalkınma düşüncesinin gerçekleştiğini, hatta en iyi denebilecek örneklerinden birisinin çıkarılmış olduğunu gördüm.

Kocaeli’nin de benzer şekilde iyileştiğini işittim ama otoyoldan şehrin içine kırmak henüz nasip olmadı.

Şimdi 90’ların o karanlığındakinden çok daha güçlü bir Türkiye, elinden geleni ardına koymaksızın, asrın afetinden sonra yeniden kalkındırmak için, kalanlara yeniden bir umut verebilmek için Kahramanmaraş’ı, Hatay’ı, Gaziantep’i, Malatya’yı, Adıyaman’ı baştan imar ediyor. Yatırımlar yapıyor. Afetzedeler devletin gölgesinde........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play