Türkiye, kredi düşüncesi çarpık bir ekonomi idi. Mesela ihtiyaç kredisi ihtiyaç olduğundan üretilmiyordu. İhtiyaç kredisi alanlar, örneğin spor bahislerine parayı yatırabiliyordu. İşletme kredisi de ticari ihtiyaç kredisi olduğu halde ihtiyaçtan üretilmiyordu. İşletme kredisi alanların konut alması gibi absürtlükler bu yüzdendi. Hatta konulu olmayan kredilerin hepsi çarpık yahut zaman içinde çarpıtılmış idi.

Çünkü konulu olsa da olmasa da krediyi veren açısından para ticareti yapıldığından bir fark yoktu. Ekonomi içinde olması gerektiği halde katma değer üretme kaygıları da yoktu. Hala da yok zaten. Hangi amaca yönelik kredi verdikleri sorusunu sormamayı üşengeç bir performans aracı olarak benimsediler. Böylece asli fonksiyonlarını terk ettiler. Yatırımlar finansman sistematik bir yaklaşımla değil, hasbelkader buldular.

Sonra Türkiye’nin son büyük ÖTV artışıyla başlattığı enflasyonist dalga, eldeki çarpık kredi mantığıyla suya rüzgâr üfler gibi çarpanlanıp büyütülünce bir şeylerin yanlış olduğu nihayet akla geldi.

Gerçekte çarpıtılmamış olsa kredinin kendisi olan şeye, selektif kredi denilerek bir şuur oluşmaya başladığı hissettirildi.

Fakat son günlerde şuurlu krediyle şuursuz kredi gene birbirine katıldı, karıştırıldı.

Şöyle izah edeyim; bilirsiniz, faizcilik tüm ekonomilerde ve tüm hukuk sistemlerinde yasaklı ve gayrimeşru bir iştir. Sadece bankacılık üzerinden bir istisna tanınması, bankaların toplayacakları paralarla yatırımları veya üretken konuları finanse edeceği gerekçesiyle daha doğrusu şartıyladır.

Türkiye’nin zorlu bir süreçten geçerken en büyük kazanımlarından birisi bu anlayışın gelişmesi, en azından zemin bulmasıydı. Ama son dönemde bir geriye gidiş söz konusu. Merkez Bankası, yayınladığı metinlerde kredilerin teoriye uygun üretilmesini yani kredilerin gerçekten kredi olmasını “miktarsal sıkılaşma” politikası kapsamında gördüğünü ifade etmeye başladı.

Miktarsal sıkılaşma merkez bankası bilançosunun küçültülmesi yani piyasadan likidite çekilmesi demektir ve daha temel enstrümanlarla işletilir. Krediler tarafında daraltıcı işlemler de bu anlamda enstrüman olarak kullanılabilir.

Fakat krediyi doğru tanımlamayı miktarsal sıkılaşma olarak görmek yanlıştır. Miktarsal sıkılaşma döngüsü bitince gene mi eski hamam eski tas olacak?

Önce kredi doğru tanımlamalı sonra asıl fonksiyonunu gösteren kısıt her hâlükârda ortadayken gereğine göre miktarsal sıkılaştırma ya da gevşetme yapılmalıdır. Kredi zihniyetindeki yanlış nedeniyle Türkiye 1-0 geriden geliyor.

Ne demek istediğimin daha kolay anlaşılması için bir soruna dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de genel şikâyet konularından birisi takipteki tüketici kredisi kullanıcısının çokluğundur. Bu sayının, son 10 yıldır her sene milyonları bulacak dende çok olması sizce sadece ekonomik ortamın, sadece gelir ilişkilerinin bir sonucu mudur? Ürün tasarımı ve uygulamasında hiç mi kusur yoktur? Milyonlarca insan irrasyonel biçimde bankanın performans hedefleri için borçlandırılmış ve sarmala sokulmuş olamaz mı?

Yahut şöyle söyleyeyim; kredi kartı toplam limiti çarpıtılmışlığı gidermek için evvelce düzenlenmemiş olmasa Türkiye’de bugün neler olurdu? Hatırlamayanlar için kısaca; düzenlemeden önce kredi kartında gelir-limit ilişkisi hiç kurulmamış, ABD’deki ifadesiyle eşikaltı konumdakilere dahi 15er 20şer kart verilmişti. O zaman da milyonlarca insan kartzede yapılmış, aileler sarsılmıştı.

Diyeceğim şudur; kredinin mecrasına yerleştirilmesini miktarsal sıkılaşma olarak adlandırmamak lazım. En azından 2024’te bunu artık yapmamak lazım. Kredinin çarpıtılmış olması, miktarsal sıkılaştırmayı çarpıtacak kadar güç elde etmemeli. Miktarsal sıkılaşma krediden üstündür. Aciz düşürülmemelidir.

2024’ten itibaren finansal kaynakları en üst verimle kullanmak bir yüzyıl inşa etmenin anahtarı olacak. İşe de çarpıklıkları gidererek başlatmakta yarar var.

QOSHE - Miktarsal sıkılaşma? - Yusuf Dinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Miktarsal sıkılaşma?

56 1
02.01.2024

Türkiye, kredi düşüncesi çarpık bir ekonomi idi. Mesela ihtiyaç kredisi ihtiyaç olduğundan üretilmiyordu. İhtiyaç kredisi alanlar, örneğin spor bahislerine parayı yatırabiliyordu. İşletme kredisi de ticari ihtiyaç kredisi olduğu halde ihtiyaçtan üretilmiyordu. İşletme kredisi alanların konut alması gibi absürtlükler bu yüzdendi. Hatta konulu olmayan kredilerin hepsi çarpık yahut zaman içinde çarpıtılmış idi.

Çünkü konulu olsa da olmasa da krediyi veren açısından para ticareti yapıldığından bir fark yoktu. Ekonomi içinde olması gerektiği halde katma değer üretme kaygıları da yoktu. Hala da yok zaten. Hangi amaca yönelik kredi verdikleri sorusunu sormamayı üşengeç bir performans aracı olarak benimsediler. Böylece asli fonksiyonlarını terk ettiler. Yatırımlar finansman sistematik bir yaklaşımla değil, hasbelkader buldular.

Sonra Türkiye’nin son büyük ÖTV artışıyla başlattığı enflasyonist dalga, eldeki çarpık kredi mantığıyla suya rüzgâr üfler gibi çarpanlanıp büyütülünce bir şeylerin yanlış olduğu nihayet akla geldi.

Gerçekte çarpıtılmamış olsa kredinin kendisi olan şeye, selektif kredi denilerek bir şuur oluşmaya başladığı hissettirildi.

Fakat son günlerde şuurlu krediyle şuursuz kredi gene birbirine katıldı, karıştırıldı.

Şöyle izah edeyim; bilirsiniz, faizcilik........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play