Batı uygarlığı, baş döndürücü bir hızla yayıldı dünyaya. Batı uygarlığını vereden dinamikler, Batı uygarlığını yok edecek dinamitlere dönüştü.

Önce tabiatı kontrol ve kolonize etmeye çalıştı. Francis Bacon’ın “bilgi, güçtür” mottosu ilk itici gücü oldu. Amaç bilgiye sahip olunması değildi; gücün ele geçirilmesi, güç üreten araçlara sahip olunmasıydı.

Bacon’a destek Descartes’tan geldi: “Tabiatın efendileri ve sahipleri olacağız” diye emir buyurmuştu modern felsefenin kurucu babası!

Batı uygarlığı, hâkimiyet kurma temeli üzerine kuruldu ve yola koyuldu hızla.

İslâm medeniyetinin kurucu ilkesi, ana gâyesi, hâkimiyet kurma kaygısı değildi, bizzat hakikat’in kendisiydi, hakikatin izini sürme kaygısı.

Batı uygarlığının kalkış noktasının, itici gücünün hâkimiyet kurma kaygısı olması, boşuna değildi: Grek uygarlığı ile Roma tecrübesi pagan uygarlık olmaları hasebiyle, muharref Yahudilik ise dünyaperest olması sebebiyle Tanrı fikrine ulaşamamış, insanı, dünyayı ve her şeyi tanrılaştırma sığlığı sergilemekten kurtulamamış, Yahudilik özelinde ise Tanrı fikrini yitirmiş, epistemolojik olarak kuru bilginin, tabiat ve insan üzerinde hâkimiyet kurulmasını kolaylaştıracak ve zamanla silah olarak kullanılacak ruhsuz bilgi’nin izini sürmüştü.

Hakikati bütün boyutlarıyla kavramaktan yoksun bu epistemolojik körlük, kısırlık, sığlık, başta Tanrı olmak üzere bütün varlığı kavrama melekelerinden yoksun olduğu için ontolojik yok oluş biçimlerini ve araçlarını alabildiğine artırmaktan ve bütün dünya ölçeğinde şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Sonuç, Gazze’deki ürpertici soykırıma yol açan felâketti: Tabiat üzerinde, dünya üzerinde, insan üzerinde ve nihayet tanrı üzerinde hâkimiyet kurma kaygısı ile hareket eden bir uygarlık 2,500 yıllık tarihi boyunca şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirecekti.

Greklerden itibaren geliştirilen hâkimiyet kurma biçimlerinin hayata geçirilmesi sürecinde iki hegemonya kurma stratejisine başvurdu Batı uygarlığı: Önce asimilasyon (kendine benzetme, eritme) stratejisi hayata geçiriliyordu; sonra asimilasyona direnildiği takdirde, ikinci strateji devreye giydiriliyor’du: Eliminasyon (yok etme) stratejisi.

Ya onlar gibi olacaktınız, onlara benzeyecektiniz; ya da eğer onlar gibi olmayı, onlara benzemeyi reddederseniz, yok edilme saldırısını göze alacaktınız. İskender’den Bush’a kadar 2500 yıldır hep bu iki ye başvurulmuştu: Bu iki hegemon da, rakiplerine “ya bizim gibi olacaksınız, bize boyun eğeceksiniz ya da bunun sonuçlarına katılacaksınız, yok edileceksiniz!” diye buyurmuşlardı!

Gazze’de yaşanan katliamın, soykırımın temel nedenleri de burada gizlidir.

Sadece son bir asır içinde yaşanan savaşların şiddetinin ve katliam gücünün, bütün insanlık tarihindeki savaşların toplamından daha ürpertici, ürkütücü ve büyük olmasının gerisinde yatan felsefî temel de burada gizlidir.

Kabaca son çeyrek asırda Bosna’da, Kosova’da, Ruanda’da, Sudan’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve nihayet Gazze’de yaşanan katliam ve soykırımların felsefî / siyasî temelleri de burada gizlidir.

Gazze’den geriye dönüp baktığımızda şu cümleleri çok rahatlıkla kurabilecek durumdayız: Dünyayı Yahudilere emanet edemezsiniz! Dünyayı Amerikalılara, Avrupalılara, Çinlilere ve Hintlilere de emanet edemezsiniz. Sadece son bir asırlık zaman diliminde bu küresel güçlerin hepsi de katliam üstüne katliam, soykırım üstüne soykırım suçu işlemekten, dünyayı cehenneme çevirmekten başka bir şey sunamadılar insanlığa!

Geliştirdikleri teknoloji ne kadar “smart” (ince’likli ise), geliştirdikleri davranış biçimleri o kadar kaba, ilkel ve barbardı!

En son Gazze’deki destansı direnişin de gösterdiği gibi, dünyayı yalnızca Müslümanlara emanet edebilirsiniz. Müslümanlar, en zor şartlarda bile insanlığın haysiyetini korumaktan aslâ vazgeçmeyeceklerini ispatladılar!

İnsanlığın haysiyetini yalnızca Müslümanlar koruyabilir: Tarih boyunca ispatlanan en çarpıcı gerçeklerden biri budur.

İslâm medeniyeti aslâ soykırım yapmamış, başka, kültürlere ve dinlere aslâ tecavüz etmemiş, aslâ sömürgeci ve emperyalist olmamıştır.

Özetle… Batı uygarlığı hâkimiyet kurma güdüsüne dayanır, felsefî / ontolojik ve siyasî şiddet biçimleri üretir. İslâm medeniyeti hakikatin izini sürme ilkesine dayanır, varlığa ve hayata derûnî perspektiflerle bakan, hakikatin hayat hâline getirilmesinin eseri varoluşa mânâ ve ruh katan hikmet biçimleri yeşertir.

Batı uygarlığı, Gazze’de bile isteye intihar ediyor…

Gazze, Batı uygarlığının mezarı oldu.

Gazze, Müslümanların insanlığın haysiyetini koruyan insanlar olduğunu ve insanlığın yüzakı olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Gazze’de şehadete koşan, insanlığın haysiyetini canı pahasına korumaktan tereddüt etmeyen Gazzeli mücahitler, Batılı gençleri hayran bıraktırdı kendilerine.

Gazze’deki destansı direnişten sonra İslâm’ın önü alabildiğine açıldı. Yakın tarihte hiç olmadığı kadar umut ışığı oldu, diriliş kıvılcımı oldu İslâm Batı toplumlarında.

Gazze, Müslüman toplumlarda baş gösteren deizm, ateizm, nihilizm dalgalarını da bir anda bıçak gibi durdurdu, Müslüman kitlelere Müslüman olmanın nasıl bir nimet olduğunu sarsıcı bir şekilde ispat etti.

Bundan sonraki adım, bizim Gazze kıvılcımını nasıl bir medeniyet sıçramasına ve atılımına dönüştürebileceğimiz meselesi üzerinde derinlemesine ve çok yönlü bir şekilde kafa patlatmak olmalı.

QOSHE - Gazze kıvılcımı, medeniyet atılımına dönüştürülebilir mi? (II) - Yusuf Kaplan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gazze kıvılcımı, medeniyet atılımına dönüştürülebilir mi? (II)

84 26
11.02.2024

Batı uygarlığı, baş döndürücü bir hızla yayıldı dünyaya. Batı uygarlığını vereden dinamikler, Batı uygarlığını yok edecek dinamitlere dönüştü.

Önce tabiatı kontrol ve kolonize etmeye çalıştı. Francis Bacon’ın “bilgi, güçtür” mottosu ilk itici gücü oldu. Amaç bilgiye sahip olunması değildi; gücün ele geçirilmesi, güç üreten araçlara sahip olunmasıydı.

Bacon’a destek Descartes’tan geldi: “Tabiatın efendileri ve sahipleri olacağız” diye emir buyurmuştu modern felsefenin kurucu babası!

Batı uygarlığı, hâkimiyet kurma temeli üzerine kuruldu ve yola koyuldu hızla.

İslâm medeniyetinin kurucu ilkesi, ana gâyesi, hâkimiyet kurma kaygısı değildi, bizzat hakikat’in kendisiydi, hakikatin izini sürme kaygısı.

Batı uygarlığının kalkış noktasının, itici gücünün hâkimiyet kurma kaygısı olması, boşuna değildi: Grek uygarlığı ile Roma tecrübesi pagan uygarlık olmaları hasebiyle, muharref Yahudilik ise dünyaperest olması sebebiyle Tanrı fikrine ulaşamamış, insanı, dünyayı ve her şeyi tanrılaştırma sığlığı sergilemekten kurtulamamış, Yahudilik özelinde ise Tanrı fikrini yitirmiş, epistemolojik olarak kuru bilginin, tabiat ve insan üzerinde hâkimiyet kurulmasını kolaylaştıracak ve zamanla silah olarak kullanılacak ruhsuz bilgi’nin izini sürmüştü.

Hakikati bütün boyutlarıyla kavramaktan yoksun bu epistemolojik körlük, kısırlık, sığlık, başta Tanrı olmak üzere bütün varlığı kavrama melekelerinden yoksun olduğu için ontolojik yok oluş biçimlerini ve araçlarını alabildiğine artırmaktan ve bütün dünya ölçeğinde şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Sonuç, Gazze’deki ürpertici soykırıma yol açan felâketti: Tabiat üzerinde, dünya üzerinde, insan üzerinde ve nihayet tanrı üzerinde hâkimiyet kurma kaygısı ile hareket eden bir........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play