Dünle ve başka yerlerle, yer yer silkleyici karşılaştırmalar yapmamıza imkân tanıyan Büyük Balkan Seyahatimizi Seyfullah Yiğit kardeşimizin kaleminden sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz…

***

İşkodra’dan Karadağ ülkesine doğru yine yollardayız. İşkodra’da Hasan Rıza Paşa’yla derin nefes aldığımı ifade edeyim. Ruhum doydu ve hatta taştı. Dün İskodra’da, Balkanlar’da, Afrika’da mazlumları yalnız bırakmadık, canımız pahasına direndik ve onları koruduk, destan yazdık. Bugün de Gazze’de bütün insanlığın haysiyetini koruyan destansı bir direniş ortaya koyuyoruz. Dün olduğu gibi yarın da insanlığın haysiyetini yalnızca biz, yalnızca inanmış ve adanmış Müslümanlar koruyabilir hakikatini ispat ediyoruz bütün dünyanın gözü önünde. İşkodra’da yazdığımız destanı Gazze’de yeniden yazıyoruz hamdolsun.

Karadağ, Avrupa’nın çamaşır makinesidir, diyor mihmandarımız. Avrupa’nın bütün kirli parası Karadağ’da aklanır. Bu sebeple çok zengindirler. Elinde mikrofon yine anlatıyor akıcı bir üslupla Mihmandar Süleyman, doğuştan rehber doğmuş sanki. Kabiliyetli ve işinde mahir biri.

Karadağ, Sırbistan’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuşunca Sırbistan’ın denize çıkışı kalmamış. Bu aslında Karadağ’ın aleyhine bir durum. Yarın bir gün bir kargaşa çıksa Balkanlar’da Sırbistan yeniden denize çıkmak isteyecektir. Yani Balkanlar kaynayan bir kazandır demek istiyoruz.

Mihmandarımız konuşurken Karadağ’daki ilk durağımız “zenginler adasına” tepeden bakacak bir konumda durduk. İşte burası zenginler adası dedi, mihmandarımız.

Bilinçli olarak fotoğraf çekmedim zenginler adasında. Sizi merak etmiyorum demek istedim. Zenginler adasını meşhur eden Tito. Nasıl bir komünistse artık! Burası küçük bir yer. 100 yıl önce fakirlerin balık tutarak yaşadıkları bir yerken şimdi sadece zenginlerin kaldığı bir yere dönüştürülmüş. Bence güzel bir yer değil. Hiçbir esprisi yok. Hatta şöyle bir yorum yaptım. Burası 100 yıl önce yoksul ama gönlü zenginlerin yaşadıkları bir yerken şimdi zengin ama gönlü yoksulların, bencillerin yaşadığı bir yer haline dönüşmüş. Kendilerinden başka kimseyi almıyorlar. Büyük büyük paralarla zenginlerin birbirine hava atıp caka sattıkları bir yer. Üstelik dünya nüfusunun yarısından fazlası açlık sınırındayken bu yerlerde ultra lüks sefih, ruhsuz hayatlar yaşanıyor.

Tatil şehri olan Budva’da durduk. Budva ilginç bir şehir. Bulunduğumuz yerin karşısı Venedik. Arada deniz var. Venedik döneminden kalma surlar var Budva’da. Surların dışında çirkin çirkin iri yapılar var. İnsanın üzerine üzerine gelecek şekilde hoteller yapmışlar. Doğayla kavgalı bir mimari. Sadece bizim memleketimizde yok, burada da var doğayla kavgalı yapılar. Budva’da tarihî surların içinde soylular, dışında da halk yaşıyormuş. Ohri şehrini hatırlayın şimdi. Safranbolu evlerine benzeyen tarihî Ohri şehrinin sokaklarını zihninizde canlandırın. Bey’in evi de halkın evlerinin yanında bir ev. Ve bir odasının altından yol geçiyor. Üstü kapalı, altı açık bir köprü vazifesi gören bir bey konağı. Budva’da ise soylular surların içinde halk surların dışında yaşıyor. İslâm medeniyeti ile Batı uygarlığı arasındaki fark çok net değil mi?

Batı uygarlığı, bütün insanlığı kuşatacak bir nizam kurmaya müsait değil. Bunu, sadece iki medeniyetin tarihi şehirleri üzerinden bile görmek mümkün. Budva’nın sokakları çok dar. Meydanları küçük. Eskiden meydanlarında şairler şiir okurmuş. Gördüğümüz bir meydanda ilginç bir adam yerde oturmuş müzik icra ediyordu. İşini sevdiği belli. Kendisini tamamıyla müziğine vermiş. Etrafında insanlar hem dinliyorlar hem de video kaydı yapıyorlar. Budva’nın tarihî şehrinde açık müzede yaşıyor insanlar. Bizim tarih olarak gördüğümüz evler kullanılıyor yani. Tarihi bir şekilde korumayı başarmışlar ama ruhsuz bir tarih olduğunu belirtmeliyim. Gönle dokunmayan, insanları soylu-halk diye ayıran bir tarihte ruh nasıl olsun ki!

Seküler bir dünya görüşüne sahip insanlarla Balkanları yeniden Balkanlar yapamayız! İslâmî ilkelere özen gösteren ve ciddi bir tarih bilinciyle ancak Balkanlardaki Müslümanlar yeniden ayağa kaldırılabilir.

Bizim derviş Mustafa abi şöyle güzel bir cümle kuruyor otobüsümüze geçerken: “An’ın içinde anılar biriktiriyoruz.”

Budva’daki surlarla yapılan ayrımlara benzer bir ayrım modern dünyanın şehirlerinde de var. Bunu biz de kullanıyoruz. Site kültürüyle fakir-zengin ayrımı ortaya çıktı. Mahallemizde artık evinin altını yol olarak kullanabileceğimiz bir şehir yöneticimiz yok. Müslüman şehirleri yeniden ve daha güçlü bir şekilde kurmamız gerekiyor. Site kültürü de zihin-zemin-zaman üçlüsüne Müslüman mührü vurularak yeniden inşa edilebilir. Bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Ancak bunun için de ideal İslâm toplumunun inşası gerekiyor. Bu seyahatlerin bir amacı da aslında bu. İdeal İslâm toplumunu oluşturmanın izini sürüyoruz…

Karadağ’ın diğer tarihi bir şehri olan Kotar’a doğru yeniden yola revan olduk. Budva’da hava açık ve güneşliydi. Güneşten güzel bir şekilde istifade etmiştik. Enerjimizi alarak Kotar’a gidiyorduk. Bütün bu bölgeler Barbaros Hayrettin Paşa döneminde Devlet-i Âliyye’nin egemenliğine girmiş. Yaklaşık iki asır bizde kalmış. Bizden sonra İtalyanlar gelmiş. Kotar daha büyük bir şehir Budva’ya göre. Epey bir kalabalık. Şehir, bir dağ kenarının yamaçlarına kurulmuş. Etrafı yine surlarla çevrili. Burada da tarihi korumuşlar. Olası bir saldırı için de arkadaki dağın zirvesine çıkan yüzlerce basamak yapmışlar. Basamaklardan sonra da sur yapmışlar. Düşman, birinci kaleye girerse dağdaki kaleye kaçılacak. Burada güvenliğe epey önem verilmiş.

Kotar’da kedi çok fazla. Çünkü güçlü bir hikâyesi var kedilerin.

Avrupa’da kadınları öldürmüşler orta çağda. Büyücü diyerek katletmişler. Uğursuz olarak görmüşler. Daha sonra kedileri öldürmüşler. Doğanın dengesini bozmuşlar. Böylece fareler çoğalmış. Ve salgın ortaya çıkmış. Avrupa’da temizlik anlayışı olmadığı için, cehalet kol gezdiği için salgın var. Aynı tarihlerde de İslâm medeniyeti en parlak dönemini yaşıyor. Temizlik olduğundan salgın da yok. Kotar’da da kedilere karışılmadığı için salgın olmamış. Bu sebeple Kotarlılar kedileri kutsal kabul etmişler. Kedilerin çokluğu bundan. Kedileri rahatsız edemezsiniz Kotar’da.

Kotar’da Avrupa’da açılmış en eski ikinci eczane var. Ve hâlâ açık! 1166’da inşa edilen bir kilise var. Aziz Tifon Kilisesi. Onun manevî ruhunun şehri koruduğuna inanılıyor. Bu kilisenin önünde Ustam Yusuf Kaplan çok önemli bir cümle kurdu. Sohbet ederken hoca bir yandan da kiliseye bakıyor. Adamlar tarihi korumuşlar. Ama inanç yok, çok zayıf. Tarihin kendisi bir inanç olmuş. Adamlar tarihe tapıyorlar, dedi. Evet işte buydu. Şu ana kadar yazdıklarımızın en önemli kısmı burasıydı.

Şehrin daracık sokaklarında dolaşırken bir su tulumbası gördük. Kadınlar buradan su çekermiş ve bir yandan da dedikodu yaparlarmış. Daha sonra Ortodoks Katedralini ziyarete gittik. Karşısında daha küçük bir Katolik kilisesi yapılmış. Aziz Luka Kilisesi. Çekişme bitsin diye böyle bir yola başvurulmuş. Burada, Yusuf Hocam yukarıda yaptığı önemli açıklama burada tam yerine oturdu. “Adamların dini tarih, din kalmadığı için tarihe din diye tutunuyorlar,” diyerek yorumuna olan inancından emin oldu. Kesinlikle öyle. Adamlar dine inanmıyor, tarihe inanıyorlar. İnandıkları tarihi ve tabiî ki eserlerini koruyarak korumaya çalışıyorlar.

Kotar’daki en güzel şey, neredeyse birçok sokağında namaz kılmamız oldu. Grup arkadaşlarımızın her biri kuytu bir sokakta namazını eda etmiş. Muharrem abiyle bizde kuytu bir köşede öğlen namazımızı eda edip yemek yerine geçtik. Yemekten sonra vakit girince ikindi namazımızı da küçük küçük teraslı balkonların birinde eda ettik. Kotarı yeniden fethettiğimizi hissettim namazlarımızla…

Kotar’dan ayrılıp son durağımız Bosna-Hersek’e doğru yola koyuluyoruz…

QOSHE - Karadağ’dan Kotar’a Balkanlar’ı yaşatan ruhun izini sürmek… - Yusuf Kaplan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Karadağ’dan Kotar’a Balkanlar’ı yaşatan ruhun izini sürmek…

75 18
07.01.2024

Dünle ve başka yerlerle, yer yer silkleyici karşılaştırmalar yapmamıza imkân tanıyan Büyük Balkan Seyahatimizi Seyfullah Yiğit kardeşimizin kaleminden sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz…

***

İşkodra’dan Karadağ ülkesine doğru yine yollardayız. İşkodra’da Hasan Rıza Paşa’yla derin nefes aldığımı ifade edeyim. Ruhum doydu ve hatta taştı. Dün İskodra’da, Balkanlar’da, Afrika’da mazlumları yalnız bırakmadık, canımız pahasına direndik ve onları koruduk, destan yazdık. Bugün de Gazze’de bütün insanlığın haysiyetini koruyan destansı bir direniş ortaya koyuyoruz. Dün olduğu gibi yarın da insanlığın haysiyetini yalnızca biz, yalnızca inanmış ve adanmış Müslümanlar koruyabilir hakikatini ispat ediyoruz bütün dünyanın gözü önünde. İşkodra’da yazdığımız destanı Gazze’de yeniden yazıyoruz hamdolsun.

Karadağ, Avrupa’nın çamaşır makinesidir, diyor mihmandarımız. Avrupa’nın bütün kirli parası Karadağ’da aklanır. Bu sebeple çok zengindirler. Elinde mikrofon yine anlatıyor akıcı bir üslupla Mihmandar Süleyman, doğuştan rehber doğmuş sanki. Kabiliyetli ve işinde mahir biri.

Karadağ, Sırbistan’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuşunca Sırbistan’ın denize çıkışı kalmamış. Bu aslında Karadağ’ın aleyhine bir durum. Yarın bir gün bir kargaşa çıksa Balkanlar’da Sırbistan yeniden denize çıkmak isteyecektir. Yani Balkanlar kaynayan bir kazandır demek istiyoruz.

Mihmandarımız konuşurken Karadağ’daki ilk durağımız “zenginler adasına” tepeden bakacak bir konumda durduk. İşte burası zenginler adası dedi, mihmandarımız.

Bilinçli olarak fotoğraf çekmedim zenginler adasında. Sizi merak etmiyorum demek istedim. Zenginler adasını meşhur eden Tito. Nasıl bir komünistse artık! Burası küçük bir yer. 100 yıl önce fakirlerin balık tutarak yaşadıkları bir yerken şimdi sadece zenginlerin kaldığı bir yere dönüştürülmüş. Bence güzel bir yer değil. Hiçbir esprisi yok. Hatta şöyle bir yorum yaptım. Burası 100 yıl önce yoksul ama gönlü zenginlerin yaşadıkları bir yerken şimdi zengin ama gönlü yoksulların, bencillerin yaşadığı bir yer haline dönüşmüş. Kendilerinden başka kimseyi almıyorlar. Büyük büyük paralarla zenginlerin birbirine hava atıp caka sattıkları bir yer. Üstelik dünya nüfusunun yarısından fazlası açlık sınırındayken bu yerlerde ultra lüks sefih, ruhsuz hayatlar yaşanıyor.

Tatil şehri olan Budva’da durduk. Budva ilginç bir şehir. Bulunduğumuz yerin karşısı Venedik. Arada deniz var. Venedik döneminden kalma surlar var Budva’da. Surların dışında çirkin çirkin iri yapılar var. İnsanın üzerine üzerine gelecek şekilde hoteller yapmışlar. Doğayla........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play