Bosna yolunda, derin sohbete dalıyoruz.. Balkanları bekleyen tehlikeleri konuşuyoruz derinlemesine… Seyfullah Yiğit kardeşim aktarıyor gözlemlerini bir kez daha…

***

Bosna-Hersek yolundayız… İyi de, Bosna nasıl yazılacak? Bosna’yı yazmak o kadar kolay değil. Bosna, Balkanların hem ruhu hem de şuuru çünkü. Bosna’da çok derin bir nefes aldık. Bosna’nın ruhu ruhuma girdi adeta.

Kaç ay geçti Saray Bosna’dan ayrılmamız üzerinden ama ben hâlâ oradayım. Bilge Adam Aliya’nın mütevazı kabrindeyim. Ama kabirde değilim! O mütevazı kabirle verilen mesajın neşvesindeyim. İnsan mezar başında neşve haline bürünür mü? Yazacağız dostlar yazacağız. Hem de ne neşve… şimdilik sadece bir giriş olsun istedik.

Her biri birbirinden güzel insanlar olan seyahat arkadaşlarımızla Bosna-Hersek yolundayız… Baş mihmandarımız tabiî ki çok kıymetli ve çok müşfik ustam Yusuf Kaplan… ustamla seyahat etmek gerçekten çok güzel bir nimet. Çok cömert bir mütefekkir. Kendisini kapatmıyor. Elinde ne varsa bütün cömertliğiyle sunuyor. Kıymetli fikirlerini paylaşmaktan bir an olsun geri durmuyor. Bu yönüne gıpta ediyorum Ustamın.

Balkanlar… iskân politikalarıyla ve dervişlerin güzel ve örnek yaşantısıyla İslâm oluyor. Ancak Sırplar ve Hırvatlardan çok az Müslüman olan var. Problem de buradan kaynaklanıyor. Bu iki halkın Müslüman olmayışı özellikle Sırpların İslâm’dan uzak durması, Balkanların kaynayan bir kazan olması durumunu netice veriyor. Yusuf Kaplan yine bütün cömertliğiyle ikram ediyor değerli fikirlerini… Hristiyanların kilisesi var ama Hristiyanlık yok. Hristiyanlıkta birey kavramı sekülerizmi geçmiş durumda. Hocamız devam ediyor. Avrupa şehirlerinin hepsinde kitapevleri vardır. Lokal tarihi vitrine veren kitapevleridir bunlar. Ancak burada da şöyle bir sıkıntı var. Bu vitrinler tarihi korur, tamam. Ancak aşırıya gidildiğinde de sizi sığlaştırır. Dengeyi tutturmak çok önemlidir.

İlk durağımız Mostar olacak. Mostar derken herkesin aklına şehrin adını aldığı Mostar Köprüsü geliyor. Yusuf Kaplan’ı bordo otobüsümüzün en arkasında yer alan masamızda yeniden misafir ediyoruz. Okuma üzerine sohbet ederken Mustafa abi, Yusuf Hoca’dan ilhamla şu üç kavramı paylaştı. Tefrika, Taassup ve Tarafgirlik. Bunlardan da uzak durmalıyız diyerek güzel bir katkı yaptı Mustafa abi.

Yusuf Hoca’nın ifade ettiği 3 T’nin açılımı ise şöyle: İslâm medeniyeti ilk asırda, ilk ortaya çıktığı dönemlerde bütün medeniyetlerle temasa geçip, onlardan alabileceği ne varsa alıyor yani TEVARÜS (öğrenme) ediyor. İslâm medeniyeti, ikinci asırda beslendiği birikimi kendine mal ediyor yani TEMELLÜK (özümseme) gerçekleşiyor. Bu aşamalardan sonra üçüncü aşamada ise, İslâm medeniyeti beslendiklerini bir sistem haline getiriyor, yani TEMESSÜL ediyor (örnekliyor).

İslâm dünyası üçüncü asırda bütün dünyaya meydan okuyor.

Bu, tarihte oldu. Hem de iki defa! Tekrardan niye olmasın ki? Ustamın burada anlattıklarının detaylı açıklamaları son çıkan ve benimde NEFİS olarak değerlendirdiğim “Okuma Nedir?” kitabında var. Şiddetle tavsiye edilir. Burada bunu yazmamın sebebi de insanlarımıza faydalı olmak. Bilenler bilir. Yusuf Kaplan’ın şan, şöhret, para ve pul gibi şeylerle işi olmaz. Kravatlı bir derviştir Ustam Yusuf Kaplan…

Masamıza misafir olan Ustamdan devam ediyoruz. Çünkü anlattıkları çok kıymetli şeyler… Türkiye’nin en temiz çocuklarındandır MTO talebeleri… Aksaray Akademik Yaz Kampımıza katılan misafirler şunu söylediler: Bu gençler çok temiz gençler. Mesire yerinde ben dâhil herkes çöp topladık. İnsanlar bize “Bunlar, Japonlara filan da benzemiyor ama…” dediler, merak ettiler. BİZ MÜSLÜMANIZ!

Şöyle sorulu cevaplı bir bölümümüz oldu hocamızla Mostar’a giderken. Tarih din haline getirildi dediniz Kotar’da. Peki, bu tarih nasıl oldu da din haline geldi. Bu süreç nasıl gelişti? Hocamız cevaplıyor. Mezhepler çok önemli. Sabiteler olmazsa değişkenler sabitelerin yerine geçer. Sabite, ruhtur. Değişken ise, bedendir. Sabite, dindir. Beden, dünyadır. Batı’da bir sabite yok! Nietzsche, eli kanlı tanrı katilleriyiz diyor. Burada değişkenler kutsandı ve tanrı katına yükseltildi. Mezhepler, sabitelerin değişkenler tarafından yutulmasını engeller. Mezhepler, sabitelerin değişkenler katına yükseltilmesinin önüne set çeker. Mezhepler, sabiteler ışığında değişkenleri ihtiyaca binaen yeniden yorumlama imkânı sunar. Çok açık bir şey söylüyorum. Bizde mezhepler savaşı yok! Uyanık olmalıyız. Herkese cevap vermek durumunda değiliz. Bununla ilgili güzel bir şey var. Yani; tanınmayacak adamlar için cümle kurmak, onları meşrulaştırır. İmam Azam (r. aleyh.) gibi büyüklerimizde bununla ilgili güzel örnekler var.

Kotor, küçük bir İtalya.

Dar sokaklardan meydanlara çıkıyorsunuz. Bu mimari, Endülüs’ten yani bizden alınma bir mimari. Müslümanlardan alınma labirentvari bir dünya. Dünya içre dünya. Dante bizden öğrendikten sonra ‘İlahi Komedyayı’ yazdı. Yani esin kaynağı bizim medeniyetimiz. Bizim tasmalı çekirgelerimiz bundan haberdar mı? Zannetmiyorum. Celladına âşık olmak böyle bir şey işte! Bu otobüste ne işimiz var? “Bu kadar zahmet ne diye?” insan ister istemez soruyor bazen kendi kendine. Her seferinde bu sorularımızın cevabını Yusuf Hocamızdan alıyoruz dolaylı olarak. Yine güzel cevaplar almıştık. Evet, Ustamdan devam ediyoruz. Kotor’da bu şuurla dolaşan çok az insan var, eğlenmeye geliyor insanlar. Kendisine gelmeye gelmiyorlar. Medeniyetlerin sentezini görerek yeni bir sentez yapabilecek insanlar var mı? Çok az. Bizler bunun için buradayız! Her mümin kendisinde cennetten bir iz taşır.

Şöyle bir soru daha soruldu hocamıza. Balkanlar, Avrupa’da İslâm’ın yayılmasına aracı olabilirler mi? Bunu nasıl yapabilirler? Yusuf Hocaya kulak kesiliyoruz… Bundan 10 yıl öncesine kadar ümitliydim. Ancak şu an Balkanlar İslâmî kimlik krizi içinde. Tarihî şehirler bir şekilde ruhun korumasında işlevsel. Ancak Balkanlar kaynayan bir kazan. İnşâallah Halep’in başına gelen buradaki şehirlerin başına gelmez. Olası bir savaş durumunda Balkanlardan Türkiye’ye Müslümanların gelmesi, ezan seslerinin balkanlardan kesilmesi demek, ancak bu insanların gelmemesi durumunda ise, katliamlar olacak, maazallah. Çözüm; Türkiye’nin Balkanlar’da çok yönlü ve kalıcı işler yapmasından geçiyor. Askerî, siyasî ve kültürel büyük işler yapılacak. Ancak derinlik olması gerekiyor bütün bu çalışmalar için. Yani şu an Avrupa, Almanya sınırlarını açsa Balkanlar’dan kaçacak insanlar.

Bir sonraki yazıda Ustamdan devam edeceğiz inşâallah. Burada birkaç şey söyleyeceğim. Şehirde dolaşırken şehrin gençleri şehri ölümüne savunan Hasan Rıza Paşa’yı lanetledi, kınadı, aşağıladı. Şok olduk hepimiz.

Bu çok kötü bir şey. “İşkodralı” Hasan Rıza Paşa’nın mücadele ruhunun yok olduğunu göstermiyor mu bu hazin durum? İşte bu AŞKIN RUH yeniden tesis edilmelidir. Tıpkı Gazzeli müminlerdeki gibi… bütün zulümlere rağmen yedisinden yetmişine herkes hemfikir şu konuda: Bizler… topraklarımızı terk etmeyeceğiz. Ezanlarımız susmayacak. Bayrağımız inmeyecek. İslâm’ın izzetini koruyarak kendi izzetimizi de korumuş olacağız şuurunun aynısı Balkanlar’da ve hatta tüm İslâm coğrafyasında diriltmemiz gerekiyor. Rahatımızı, konforumuzu, malımızı, mülkümüzü, çoluk çocuğumuzu ve tabiî ki canlarımızı İslâm için, ümmet için, vatan için, minarelerimiz için feda edebilmeliyiz. Avrupa bütün imkânlarını sadece Balkanlardaki Müslümanların değil, hepimizin ayaklarının altına serse de memleketimizi kalıcı olarak terk etmemeliyiz. Almamız gereken her şeyi tabiî ki tevarüs edeceğiz. Ancak kendimizden, aslî değerlerimizden koparak yaşadığımız diyarları terk etmeyeceğiz. Gazze’li mümin kardeşlerimizin ruhuyla yeniden dirileceğiz. Ve sadece İslâm Ümmeti için değil, bütün insanlığın felaha ermesi için Hilafet / Tevhid Sancağı altında bir olacağız evelallah…

QOSHE - Mostar’a diriliş ruhuyla yapılan çok leziz bir yolculuk… - Yusuf Kaplan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mostar’a diriliş ruhuyla yapılan çok leziz bir yolculuk…

80 2
08.01.2024

Bosna yolunda, derin sohbete dalıyoruz.. Balkanları bekleyen tehlikeleri konuşuyoruz derinlemesine… Seyfullah Yiğit kardeşim aktarıyor gözlemlerini bir kez daha…

***

Bosna-Hersek yolundayız… İyi de, Bosna nasıl yazılacak? Bosna’yı yazmak o kadar kolay değil. Bosna, Balkanların hem ruhu hem de şuuru çünkü. Bosna’da çok derin bir nefes aldık. Bosna’nın ruhu ruhuma girdi adeta.

Kaç ay geçti Saray Bosna’dan ayrılmamız üzerinden ama ben hâlâ oradayım. Bilge Adam Aliya’nın mütevazı kabrindeyim. Ama kabirde değilim! O mütevazı kabirle verilen mesajın neşvesindeyim. İnsan mezar başında neşve haline bürünür mü? Yazacağız dostlar yazacağız. Hem de ne neşve… şimdilik sadece bir giriş olsun istedik.

Her biri birbirinden güzel insanlar olan seyahat arkadaşlarımızla Bosna-Hersek yolundayız… Baş mihmandarımız tabiî ki çok kıymetli ve çok müşfik ustam Yusuf Kaplan… ustamla seyahat etmek gerçekten çok güzel bir nimet. Çok cömert bir mütefekkir. Kendisini kapatmıyor. Elinde ne varsa bütün cömertliğiyle sunuyor. Kıymetli fikirlerini paylaşmaktan bir an olsun geri durmuyor. Bu yönüne gıpta ediyorum Ustamın.

Balkanlar… iskân politikalarıyla ve dervişlerin güzel ve örnek yaşantısıyla İslâm oluyor. Ancak Sırplar ve Hırvatlardan çok az Müslüman olan var. Problem de buradan kaynaklanıyor. Bu iki halkın Müslüman olmayışı özellikle Sırpların İslâm’dan uzak durması, Balkanların kaynayan bir kazan olması durumunu netice veriyor. Yusuf Kaplan yine bütün cömertliğiyle ikram ediyor değerli fikirlerini… Hristiyanların kilisesi var ama Hristiyanlık yok. Hristiyanlıkta birey kavramı sekülerizmi geçmiş durumda. Hocamız devam ediyor. Avrupa şehirlerinin hepsinde kitapevleri vardır. Lokal tarihi vitrine veren kitapevleridir bunlar. Ancak burada da şöyle bir sıkıntı var. Bu vitrinler tarihi korur, tamam. Ancak aşırıya gidildiğinde de sizi sığlaştırır. Dengeyi tutturmak çok önemlidir.

İlk durağımız Mostar olacak. Mostar derken herkesin aklına şehrin adını aldığı Mostar Köprüsü geliyor. Yusuf Kaplan’ı bordo otobüsümüzün en arkasında yer alan masamızda yeniden misafir ediyoruz. Okuma üzerine sohbet ederken Mustafa abi, Yusuf Hoca’dan ilhamla şu üç kavramı paylaştı. Tefrika, Taassup ve Tarafgirlik. Bunlardan da uzak durmalıyız diyerek güzel bir katkı yaptı Mustafa abi.

Yusuf Hoca’nın ifade ettiği 3 T’nin açılımı ise şöyle: İslâm medeniyeti ilk asırda, ilk ortaya çıktığı dönemlerde bütün medeniyetlerle temasa geçip, onlardan alabileceği ne varsa alıyor yani TEVARÜS (öğrenme) ediyor. İslâm medeniyeti, ikinci asırda beslendiği birikimi kendine mal ediyor yani........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play