Balkan seyahatimizin Mostar ayağının izlenimlerini Seyfullah Yiğit kardeşimizin sürgit işlek hâle gelen, nehir gibi akmaya başlayan kalemiyle aktarıyorum. Gazze-Poçitel hattı nasıl da benziyor birbirine…

***

Mostar’a gece vardık. Taksiyle şehir merkezine 10 dk mesafelik bir otelde konakladık. Yatay mimariyle yapılmış güzel bir hotel. Çok beğendim hotelin mimarisini. Kâinatla ve dolayısıyla insanla barışık bir mimariyle inşa edilirse yapılar, insanlar nefes alırlar. Diğer türlü olunca, dikey mimaride insan kendisini psikolojik olarak kötü hissediyor. Çok katlı yapılar, rüzgârı, güneşi, doğa manzarasını kesiyor. Kendinizi açık alanda hapsedilmiş gibi hissediyorsunuz. Daha da önemlisi inanç sembolümüz olan minarelerimizin, çok katlı yapılar arasında kaybolması, insanın en güçlü aidiyet duygusunun da zayıflamasına neden oluyor.

Burası çok önemli bence. İmanın bununla ne alakası var diyebilirsiniz, ama öyle eğil. Zayıf damarlı insanlarda bilhassa bu durum daha çok olumsuz bir etki oluşturabiliyor. Minareler… şehirlerimizin sembolü olmalı ve minarelerden daha yüksek yapılara müsaade edilmemeli. Şehirlerimizi, çok katlı yapılarla kimliksizleştirmeyelim diyorum. Türkiye’de özellikle büyük şehirlerimizin çoğunda minarelerimiz, çok katlı yapılar arasında yetim gibi duruyorlar! Bu nedir? Tam bir çöküş! Buna dur demeliyiz. Gerekirse bütün bu çirkin yapıları yıkıp yeniden düzgün bir şekilde inşa etmeliyiz. Bunu ustam Yusuf Kaplan söylemişti. Ve bence çok haklıydı. Neyse uzatmadan seyahatimize geri dönelim.

17 Kasım Cuma sabahına Mostar’dan merhaba dedik. Kendimi çok iyi hissediyordum. Mostar’a daha önce hiç gelmememe rağmen sanki uzun yıllar önce burada yaşamış ve sonradan kendi memleketime gelmişim gibi hissediyordum. İşte tarihî doku’nun önemi! Tarihsel süreci bilmenin ve etraftaki tarihî yapılarla bu şuur üzerinden kurulan bağın getirdiği tanışıklık… Bu çok güzel bir şey. Mostar’a gelin ey Müslümanlar… Mostar, İslâm medeniyetinin Balkanlar’a nasıl harika bir damga vurulduğunun emsal şehirlerinden…

Mostar’ın Poçitel köyüne doğru yol alıyoruz. Poçitel, sınırda yer alıyor, ismin anlamı da başlangıç demek. Bosna Hersek, Balkanlar’da en fazla Müslüman nüfusun yaşadığı ülkedir. Bu sınır köyünden sonra Hırvatların sınırı yani Avrupa’nın sınırları başlar. İnsanlar burada yaşamak için zar zor direniyorlar. Nüfusun çoğunluğu yaşlı Müslüman kadınlardan oluşuyor. Sevgili okuyucu, burada çok acı şeylere de yer vereceğim. Sansür yapmadan olduğu gibi anlatacağım. Niye mi? Unutmamak için. Bizler… Müslüman insanlarız. Kinle, nefretle hareket etmeyiz. Ancak tarihte yaşananları unutursak aynı katliamların bir benzerini bir daha yaşarız maazallah. Onlar bizim öğretmenimiz değil, olamazlar da.

Bilge Aliya haklıydı. Ancak Aliya, bizden yaşananları unutmamamızı da istiyordu. Unutmazsak önlem ve tedbirler alabiliriz ancak. Bu topraklarda çok ama çok acı şeyler yaşanmış. Anlatacağım ama sizden ricam tek bir damla gözyaşı dahi dökmemenizdir. Bunları, dirilelim ve diriltelim diye yazıyorum. Ağlamak yok, tamam mı?

Sırplar, geri çekilirken kadınlara tecavüz ederek, katliamlar yaparak ve her şeyi yakıp yıkarak geri çekilmişler. Âdem abi, Poçitel köyünden. Sırp askerlere taş atmışlar çocukken arkadaşlarıyla birlikte. Askerler kovalamış Âdem abileri. Ve yakalamışlar Âdem abiyi evlerinin önünde. Büyüyünce ne olacaksın diye sormuşlar. Âdem abi, şair olacağım, sizin yaptığınız zulümleri şiir olarak yazıp bütün dünyaya anlatacağım. Hangi elle yazdığını sormuşlar ve o elini kesmişler Âdem abinin. Âdem abinin çayhanesi var Poçitel’de, kendisi orada olamadığı için göremedik. Bir önceki gelişinde Beytullah abi kendisiyle tanışıp uzun uzun sohbet etmiş. Bize de belki başka bir sefere nasip olur Âdem abiyle tanışıp sohbet etmek. Şunu da ekleyelim. Âdem abiye Türkiye’den yapay bir kol takılmış, şu an onunla idare ediyor.

Poçitel’de sokakları gezerken kurşun izlerini görebilirsiniz. Unutmamak için kurşun izlerinin üzeri kapatılmıyor. İbretlik olsun diye öylece orada duruyorlar. Bu kurşunlar sadece duvarlarda delik açmadı. 1993-95 yıllarındaki savaşı göz önünde bulundurduğumuzda şu ortaya çıkıyor. Sırplar ve Hırvatlar, bu kurşun izlerinin olduğu her sokakta mazlum Müslümanları katlederek şehit ettiler. Bu duvarlar… şehitlerimizin son bir kere kelime-i tevhit getirdiklerine şahittirler. Bu kurşun izleri, şahit olduklarını haykırıyorlar onları gören her göze…

Âdem abinin çayhanesinde küçük bir balkon var. Orada oturduk Yusuf Hocamızla, kahvelerimizi içiyoruz. Beytullah abi geldi heyecanlı bir şekilde. Türkiye’den bir grup gelmiş. Başlarında da Abuzittin bir Profesör! Beytullah abinin kollarında ay yıldızlı bayrağımız var. Bu Abuzittin Profesör şunu söylemiş yanındakilere sesli bir şekilde. Bunlar Tayyib’in adamlarıdır. İşte güzelim memleketimin zihnen işgal edilmiş sözde profesörü! Balkanlarda insanlar bize dua ediyor, bizden bir şey bekliyor. Ülkemden gelen bu Abuzittin ise, ay yıldızlı bayrak taşıyan kendi hemşerisine laf atıyor! Allah (cc) yardımcımız olsun. İşimiz gerçekten çok zor. Dışarıdakilerden dolayı demiyorum bunu, içimizdeki devşirmeler ve devşirmelerin devşirmelerinden dolayı işimiz çok zor diyorum. Düşmanın dışarıda olması kolay, zor olanı içimizde olmasıdır. Ya Rabbi! Memleketimizi ve cümle İslâm beldelerini her türlü şerlerden muhafaza eyle.

Kahve sohbetinde Yusuf Hocam şunları söyledi. Bosna’daki üçlü yönetim çok sıkıntılı. Bir şeyler olacak, büyük sıkıntılar olacak. Bu yönetimi zaten bunun için kurdular. Bu üçlü yönetim çok tehlikeli. Boşnaklar, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra üçüncü bir yol ortaya atmışlar. Hırvatlar ve Sırplar Hristiyan genel olarak. Ancak Boşnaklar Müslüman. Bu yolu mecburen bulmuşlar. Ancak Sırplar müsaade etmediği için savaş patlak vermiş. Savaşı Boşnaklar kendi lehlerine çevirmelerine rağmen büyük güçler araya girmiş ve bu üçlü yönetime Boşnaklar da mecburen evet demişler. Sorunun çözüldüğünü söyleyemeyiz. Sadece hasır altı edilmiş. Türkiye’nin güçlü olması çok önemli. Yarın bir gün Türkiye’de İslâmî hassasiyetleri olmayan bir iktidar başa gelse başta Bosna olmak üzere bütün Balkanlar ciddi bir tehlikeye girerler. Yani Boşnaklar diken üstünde.

Hoca Ahmed Yesevi, çok büyük bir adam. Ben kendisini çok seviyorum. Pirlerin piridir Hoca Ahmed Yesevi. Sarı Saltuk öncülüğünde dervişler göndermiş. Önce gönüller fethedilmeli. Rıza-i İlahi için yollara düşen dervişler gönülleri fethetmişler. Yüzyıllar geçmesine rağmen İslâm haâlâ diri bu topraklarda, elhamdülillah…

Eski erenler hem ermiş hem de savaşçıydılar. Bu sebeple Alperen denirdi onlara. Dünya ve ahiret dengesini hayatlarında çok güzel yaşadıkları için gönüllerde kalıcı izler bırakabilmişler. Alperenlerin Mostar’da gelip ilk yerleştikleri yer dağın sırtı. Arkasından nehir geçiyor. Neretva nehrinin çıktığı dağın sırtlarına yapmışlar ilk dergâhlarını. Neretva, yemyeşil bir nehir. O kadar su, dağın altından çıkıp akıyor… Mostar’ın altından geçen nehir de bu. Çok güzel yaratmış Yaradan her ne yaratmışsa! Mostar’ın kendisi hem bir şuur hem de bir şiir. Sadece temâşâ etmeyi bilmek gerek.

Evet, Neretva nehrinin kaynağının çıktığı dağın eteklerinde, Balaga tekkesindeyiz. Ya Hû diye çıkmak usuldenmiş dergâha. Basamakların sağında Ya Hû diye levhalar yerleştirilmiş. Ya Hû… Ya Hû.. Ya Hû.

Balaga tekkesinden devam edeceğiz nasip olursa inşâallah.

QOSHE - Mostar Köprüsü’nde taş üstüne yazılan ibretlik söz: “Don’t forget 1993”  - Yusuf Kaplan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mostar Köprüsü’nde taş üstüne yazılan ibretlik söz: “Don’t forget 1993” 

71 1
15.01.2024

Balkan seyahatimizin Mostar ayağının izlenimlerini Seyfullah Yiğit kardeşimizin sürgit işlek hâle gelen, nehir gibi akmaya başlayan kalemiyle aktarıyorum. Gazze-Poçitel hattı nasıl da benziyor birbirine…

***

Mostar’a gece vardık. Taksiyle şehir merkezine 10 dk mesafelik bir otelde konakladık. Yatay mimariyle yapılmış güzel bir hotel. Çok beğendim hotelin mimarisini. Kâinatla ve dolayısıyla insanla barışık bir mimariyle inşa edilirse yapılar, insanlar nefes alırlar. Diğer türlü olunca, dikey mimaride insan kendisini psikolojik olarak kötü hissediyor. Çok katlı yapılar, rüzgârı, güneşi, doğa manzarasını kesiyor. Kendinizi açık alanda hapsedilmiş gibi hissediyorsunuz. Daha da önemlisi inanç sembolümüz olan minarelerimizin, çok katlı yapılar arasında kaybolması, insanın en güçlü aidiyet duygusunun da zayıflamasına neden oluyor.

Burası çok önemli bence. İmanın bununla ne alakası var diyebilirsiniz, ama öyle eğil. Zayıf damarlı insanlarda bilhassa bu durum daha çok olumsuz bir etki oluşturabiliyor. Minareler… şehirlerimizin sembolü olmalı ve minarelerden daha yüksek yapılara müsaade edilmemeli. Şehirlerimizi, çok katlı yapılarla kimliksizleştirmeyelim diyorum. Türkiye’de özellikle büyük şehirlerimizin çoğunda minarelerimiz, çok katlı yapılar arasında yetim gibi duruyorlar! Bu nedir? Tam bir çöküş! Buna dur demeliyiz. Gerekirse bütün bu çirkin yapıları yıkıp yeniden düzgün bir şekilde inşa etmeliyiz. Bunu ustam Yusuf Kaplan söylemişti. Ve bence çok haklıydı. Neyse uzatmadan seyahatimize geri dönelim.

17 Kasım Cuma sabahına Mostar’dan merhaba dedik. Kendimi çok iyi hissediyordum. Mostar’a daha önce hiç gelmememe rağmen sanki uzun yıllar önce burada yaşamış ve sonradan kendi memleketime gelmişim gibi hissediyordum. İşte tarihî doku’nun önemi! Tarihsel süreci bilmenin ve etraftaki tarihî yapılarla bu şuur üzerinden kurulan bağın getirdiği tanışıklık… Bu çok güzel bir şey. Mostar’a gelin ey Müslümanlar… Mostar, İslâm medeniyetinin Balkanlar’a nasıl harika bir damga vurulduğunun emsal şehirlerinden…

Mostar’ın Poçitel köyüne doğru yol alıyoruz. Poçitel, sınırda yer alıyor, ismin anlamı da başlangıç demek. Bosna Hersek, Balkanlar’da en fazla Müslüman nüfusun yaşadığı ülkedir. Bu sınır köyünden sonra Hırvatların sınırı yani Avrupa’nın sınırları başlar. İnsanlar burada yaşamak için zar zor direniyorlar. Nüfusun çoğunluğu yaşlı Müslüman kadınlardan oluşuyor. Sevgili okuyucu, burada çok acı şeylere de yer........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play