İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir…
Medeniyetçi bir hamlenin arkasında hayata değer katma düşüncesi ve hayata saygı
fikri esas olmalıdır. Bu prensip bir mantık ölçütü olarak medeniyetçi hareketlerin esasında
olması beklenen bir durumdur. Zira ontolojik, epistemolojik ve aksiyoljik tüm boyutlarda Hay
olandan hayata ve hayattan Hay olana doğru akan bir döngü fikri ve mefkûresi söz konusu ise
hayata değer vermemek, hayatı yadsımak hayat ile hazzı karıştırıp birini diğerinin yerine
ikame etmeye çalışarak yanlış algılar ile geçmiş, an ve gelecek dengesini kaybetmek doğru
mudur? Ölüm hakikatini fatalist bir çaresizlik hâline getirip hayatın kendisinden ölüme
kaçmak ve hayatı değersizleştirmek durumunu içi boş, kadîm görünümlü, katı bir
simülasyondan başka bir şey olmayan dinî referanslı bazı unsurlarla desteklemeye
çalıştığımızda hayat ilkesi kendisini ve medeniyetçi tüm unsurlarını geri çeker. Kut elden
gider. Her şeyin sudan hayat bulduğunu düşünen bir köken düşüncesi su kenarlarında
medeniyetin geliştiğini ve gaye olarak suyun temizleyici ve yeniden üretici sıfatını görmezden
gelip suya karşı mesela deniz kenarlarında üryan olmak gibi bir basit ve fasit anlayışla suyu
ötekileştirdiğinde medeniyetin tüm esasları ile arasına nasıl bir mesafe koyuyor ise hayattan
kaçan ve kaçak hayatı yaşayan her zihin için durum medeniyetçi hamleler açısından farklı
değildir. Toplum-devlet-şehir dış yapısı ve mantığındaki medeniyetin merkezinde hayat
durur. Ona saygı duyulmayan bir yerde insanlık fakirleşir, yoksunlaşır ve yozlaşır. Daha
fenası çok önemli bir hayatiyet dengesi bozulmuş olur. Haydan gelen yoka gitmeye başlar.
Haz ile bilgeleşmeyi karıştıran zamane akılları hayatın içinde hayata yürümeye karşı
dayatmacı kalıplarla Tanrı’yı koymaya kalktıkça hayatın sahibi ile arasına mesafe
koyduğunun farkında mıdır? Hele laf cambazlığı tefekkür olmuş ise vay medeniyetin haline
vay. Şeytan, Adem’in toprak doğasına bakıp içindeki cevheri yok saydığı için melun olmadı
mı? İnsansızlaşan fikriyatımız insansız ve insafsız bir distopya ağında kendisine ütopya
aramaktadır. Doğu avengers canlıları gibi birtakım mucizelerin hayatlarına dokunmasıyla
umutsuzluk daire-i fasidelerinin kırılacağını bekleyip durdukça kendi hayatını daha içinden
çıkılmaz bir yere sürüklüyor. Peki, hayatı ne ile korumak lazım?
Cevap açık Hakikat. İnsanoğlu kendinden kaçtıkça, kendinde bilmekle yükümlü
olduğu hakikatten de kaçtığının farkında mıdır? Hayat yozlaşmadan ve bilgece yaşanacaksa
bunu sağlayacak olan şey perspektiflerden arınmış ve insanlığın genel-geçer haline dokunma
yetenek ve kabiliyetini taşıyan hakikatle donanması gerektiğini müdrik olmalıdır. Kendi içine
kapanan ve orada siperden hayata bakan insan öteki yaratmaktan başka bir şey yapmayacaktır.
Hayat hakikate değil onun kendi gerçeklik çerçevesine göre şekillenmelidir. Bu cepheleşme
şüphesiz cahiliye devrinin o kaba asabiyesinin ruhunu taşıyacaktır. Benden ve/veya bizden
olmayan var olan değildir. Bu bakımdan hayata bakan bir kafanın hakikatle kuracağı ilişki
onu kendileştirmekten öte gidemeyecektir. Kendisi merkezli bir sığlığa hayatı ve insanı
tıkıştırmaya çalışan hiçbir ideolojik katılık ve kaba taassup çerçevesi gibi din, felsefe, sanat
yahut kültür merkezli herhangi bir bakış açısı insanlığa yerel ve genel bazda fayda
sağlayamayacaktır. Burada bizi ayakta tutacak olan fikir Yunus Emre’nin “Kendine ne
sanusan ayruğa da anu san” dediği yerden bakarak “Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın
namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil” dediği yerden hayata ve insana
bakabilmek olgunluğuna ulaşabilmektir. Buradan elbette ve asla namaz kılmak ikincil bir
faaliyetmiş gibi absürt sonuçlar da çıkmamalıdır. Ama içine namaz kılan dışına gönül
vermelidir. “Bizim arkadaşlar” diye başlayan her cümle aslında hayatı boş verin çıkarımıza
bakalım demek değil midir? Dava adamları enflasyonu yaşanan günümüzde en büyük dava
insanın kendisine merhameti, insafı, izanı davası değil midir? Hülasa hayata değer katmak
hakikate saygı duymakla alakalıdır. Hakikate sadakati sağlayacak olan şey ne ola? Korku mu?
Burada cevap Haysiyet olacak. İnsanın kandıramayacağı tek kişi yine kendisi ve
vicdanıdır. Hayatı manalı kılma ve fayda ile çoğaltma için hakikate müntesip olma yolunda
mesuliyeti sağduyuda tutacak olan şey “haysiyetli olmak”tır. Haysiyet, insanın kendi iç
murakabesidir. Kendisini zapt u rabt altına aldığı yer tam da orasıdır. Bu bakımdan
samimiyetsizlik etmeye her zaman meyilli olan insan aklı ve ruhu kendisini kendisinden bile
korumakla yükümlüdür. Bu bakımdan haysiyetle duran insan hakikatle yol alarak hayata
değer katma ülküsünde olmalıdır. Bunu yaparken de Kutadgu Bilig’de bahsedilen iyinin sıfatı
faydalı olmaktır. Fayda başkasına yapılandan zevk almak ve karşılık beklememeyi gerektiren
bir çerçevede oluşmalıdır. Hülasa canlar; haysiyet, ontolojik gerçekliğimiz olan hayatın
epistemolojik ilkesi olan hakikati yaşamak noktasında aksiyolojik/ahlaki/etik ilkemiz
olmalıdır. Değilse laf değirmeninde çok laf öğütür ama bir arpa boyu yol almadan halimize
şaşıp kalmaya devam ederiz. Bu işler, milyarlarca doların, şu kadar silahın, bu kadar mal
mülkün, şunca adam toplamanın işi değil temiz niyet ve samimi kalbin inayetle medeniyetçi
milliyetçilik yolunda yol alacağı azim işlerdir. Türkler medeniyetçi yola girdikçe hayat onlara
medeniyet varlıklarını gösterecek yolları açacaktır. Tarihin döngüsünden görünen budur.
● 72 millete bir göz ile bakmayan halka evliya olsa hakikate asidir…Yunus Emre
Hak için olsun…
Vesselam