Eğitim, bireyin ve dolayısıyla toplumun gelişmesi, kalkınması, huzur ve mutluluğa erişmesi veya bunların tersi durumların ortaya çıkmasında etkili olan unsurların başında gelir. Kant, “İnsanoğlu eğitilmeye ihtiyaç duyan tek varlık olarak uzun süre bakıma ve eğitilmeye muhtaçtır.” değerlendirmesini yaparak bu meselenin beşer için bir zorunluluk olduğunu dile getirirken Nurettin Topçu “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider.” tespitini yapmıştır.

Günümüzde hızla gelişen iletişim ve medya imkânları insan hayatını pek çok yönüyle dinamik ama aynı zamanda değişken ve sorunlu bir yapıya doğru sürükler olmuştur. Bu yeni dijital devrimle insanoğlu, çeşitli imkânlara kavuştuğunu sanadursun, gittikçe artan tüketim çılgınlığıyla türlü belalara davetiye çıkardığının farkında bile değildir. Bütün bu değişim ya da dönüşümler eğitimin güncel amacını “bireyin yaşamında karşılaşabileceği sorunların üstesinden gelme veya problem çözmeyi öğrenme”ye kadar indirgemiştir.

Peki, eğitimin gerçek amacı/işlevi nedir, ne olmalıdır?

Platon’dan beri bu konu tartışılsa da günümüzde üzerinde ittifak oluşturulabilen iki husus vardır. Bunlardan ilki muhafaza etme, ikincisi ise yenilenmedir. Birincisinde toplumun kültür veya değerlerinin veya manevi mirasının geleceğe taşınması/aktarılması söz konusu iken diğerinde çağın gerektirdiği bilgi, beceri, yöntem ve tekniklerin yani yeniliklerin fertlere/topluma öğretilmesi ya da kazandırılması söz konusudur.

Eğitimin bu temel işlevlerinin gerek kuram gerekse uygulama boyutunun kimi zaman ihmal edildiği, kimi zaman birinin diğerine tahakküm ettirildiği hatta kimi zaman da bütünüyle terk edildiği görülebilir. Söz gelimi 18. yüzyıla kadar Osmanlı’da göreceli olarak yenilenme ihmal edilirken ondan sonraki dönemlerde ve hâlen diğer işlevin geri bırakıldığı söylenebilir. Öte yandan yenilenme işlevi de zamanla asıl amacından uzaklaşarak “Batılılaşma“ya doğru evrilmiştir.

Batılılaşma süreci, Ahmet Mithat Efendi’den Recaizade Mahmut Ekrem’e, Hüseyin Rahmi’den Yakup Kadri’ye ve Reşat Nuri’den Peyami Safa’ya pek çok yazarın eserinde kendine yer bulurken Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından özgün bir forma kavuşmuştur. Tanpınar’ın “medeniyet değiştirmesi” olarak teşhis ettiği süreçle ilgili tedavi yöntemi ise “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” şeklindedir. Yazarın neredeyse bütün eserlerinde yer verdiği mezkûr teşhis ve tedavi yöntemini hocası Yahya Kemal’in “kökü mazide olan ati” düşüncesinden miras aldığı kabulü yaygın olsa da onun bu görüşü romanları başta olmak üzere çeşitli eserlerinde büyük bir ustalıkla işlediği tartışmasızdır.

Eğitim ise Türkiye’nin yenilenmek veya yeniyi aramak için peşine düştüğü Batılılaşma’nın en yoğun hissedildiği alanlardan biri olmuştur. Öyle ki içinde yaşadığımız yüzyılın başlarında Türk çocukları ve gençleriyle tanıştırılan “değerler eğitimi” konusu bile Batılı/Amerikan eğitim sisteminden devşirilmiş ve Batılı eğitim anlayışıyla öğretim programlarıyla birlikte ders etkinliklerinde kendine yer bulmuştur. Bütünüyle kültüre ait olan “değer” konusunun bile bu şekilde ele alınmış olması, tek başına eğitimin temel işlevlerini sorgulamak bakımından önemlidir.

Türk eğitim sistemine yön vermesi beklenen akademide de durum farklı değildir. Kısa süreli ve basit bir arama da bile özellikle eğitim alanında bu kurumlarda çalışılan/araştırılan konuların ekserisinin Batı’da ve çoğunlukla Amerika’da bir derste uygulanan yöntem veya tekniğin ilgili/ilgisiz alanlarda denenmesinin revaçta olduğu görülebilir. Yahya Kemal, yıllar önce “Batı mektebinde talebelik bitti.” dese de bunun henüz öyle olmadığı söylenebilir.

Hülasa son üç asırlık Türk eğitim tecrübesi, eğitimde dengenin tutturulamadığı yönündedir. Diğer bir deyişle Türk akademisi henüz Batılı toplumların kendileri için ortaya koydukları program, yaklaşım, yöntem/teknik, uygulama ve örneklerin Türk milletine model veya çözüm olarak yarar sağlamadığının farkına varamamıştır. Bunun en önemli göstergesi, insanın iç dünyasını dikkate almayan ve onu ekonominin bir aracı olarak gören Batılı/modern eğitimin körü körüne takibi/taklididir. Hâlbuki eğitim zekâyla birlikte kalbe de yönelik olmalıdır. Nitekim kültür ve inancımıza göre insanda beden/can geçici; ruh kalıcıdır ve dolayısıyla onun da eğitilmeye ihtiyacı vardır.

Eğitimde denge, milletimizin asırlar boyu okuyup dinlediği, Mevlana’nın meşhur pergel metaforundan hareketle kurulabilir:

Bir ayağı yerde sabit, sağlam durarak kadim olanı “muhafaza” eden; diğer ayağı açılabildiği kadar açılarak “yeni” olanın peşinde koşan...

Yere sağlam basan pergelin ayağıyla insanın kimliği, aidiyeti ve inancının yeni nesillere kazandırılması; diğeriyle de dünyanın dört bir tarafına açılarak yeni, iyi, güzel olanın takip edilmesi...

QOSHE - Eğitimin dengesi bozuldu mu? - Prof. Dr. Ali Fuat Arıcı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eğitimin dengesi bozuldu mu?

10 0
27.12.2023

Eğitim, bireyin ve dolayısıyla toplumun gelişmesi, kalkınması, huzur ve mutluluğa erişmesi veya bunların tersi durumların ortaya çıkmasında etkili olan unsurların başında gelir. Kant, “İnsanoğlu eğitilmeye ihtiyaç duyan tek varlık olarak uzun süre bakıma ve eğitilmeye muhtaçtır.” değerlendirmesini yaparak bu meselenin beşer için bir zorunluluk olduğunu dile getirirken Nurettin Topçu “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider.” tespitini yapmıştır.

Günümüzde hızla gelişen iletişim ve medya imkânları insan hayatını pek çok yönüyle dinamik ama aynı zamanda değişken ve sorunlu bir yapıya doğru sürükler olmuştur. Bu yeni dijital devrimle insanoğlu, çeşitli imkânlara kavuştuğunu sanadursun, gittikçe artan tüketim çılgınlığıyla türlü belalara davetiye çıkardığının farkında bile değildir. Bütün bu değişim ya da dönüşümler eğitimin güncel amacını “bireyin yaşamında karşılaşabileceği sorunların üstesinden gelme veya problem çözmeyi öğrenme”ye kadar indirgemiştir.

Peki, eğitimin gerçek amacı/işlevi nedir, ne olmalıdır?

Platon’dan beri bu konu tartışılsa da günümüzde üzerinde ittifak oluşturulabilen iki husus vardır. Bunlardan ilki muhafaza etme, ikincisi ise yenilenmedir. Birincisinde toplumun kültür veya değerlerinin veya manevi mirasının geleceğe taşınması/aktarılması söz konusu iken diğerinde çağın gerektirdiği bilgi, beceri, yöntem ve tekniklerin yani yeniliklerin fertlere/topluma öğretilmesi ya da kazandırılması söz konusudur.

Eğitimin bu temel işlevlerinin gerek kuram gerekse uygulama boyutunun kimi zaman ihmal edildiği, kimi zaman........

© Yeni Söz


Get it on Google Play