Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. Kuruluşundan itibaren farklı etnik kimliklere, farklı cinsel kimliklere, farklı anlayışlara- inanç kimliklerine hep mesafeli oldu. Sadece Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan bir hukuk sistemi oluşturdu. Kaldı ki hukuk sisteminin yapıcısı olan Mahmut Esat Bozkurt’un kimliğini incelediğimizde ne kadar ırkçı bir yapıya sahip olduğunu görebiliriz.

Ancak bu coğrafyada yaşayan bazı kesimler özellikle de Kemalistler ya da CHP ile tanımlanan insanlar, bugün eski devletin güzelliğinden söz ediyorlar. Hayır, eski olarak tanımlanan devlette, bugünün devlet yapısı da hiçbir zaman demokratik olmadı ve yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı.

Son günlerde yaşadığımız olaylar, coğrafyamızda yaşanan hukuk katliamının ne boyutlara geldiğinin de açık bir göstergesini oluşturdu. Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin daha önce de vermiş olduğu kararların benzeri bir karar vererek hak ihlali olduğuna hüküm vermesi ve ardından bu kararı uygulamamak için bulunan bahaneler çerçevesinde Yargıtay’ın yaptığı açıklama gerçekten hukuk okumuş insanlar için korkunçtu. Aslında biz, demokratik bir hukuk sistemini savunanlar olarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ne kadar gerici ve darbe ürünü bir anayasa olduğunu çok yakından biliyoruz. Buna rağmen bu anayasanın 153. Maddesinde -Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına herkesin, her kurumun uyması gerektiği- yazar ancak Yargıtay, Can Atalay ile ilgili verilen karar sonrasında anayasaya açıkça –aykırılık oluşturan- bir karar verdi. Biz hukukçular yazılı hukukun esas olduğunu biliyoruz; bu kararın anlaşılması çok zor, bu kararın değerlendirilmesi de çok zor. Ama hukukçu olmayan siyasetçilerin bu Yargıtay kararına sahip çıkmaları, aslında Türkiye’de hukukun artık hiçbir şekilde ciddiye alınmadığını, yazılı hukukun hiçbir öneminin kalmadığını açıkça ortaya çıkardı.

Yaşadığımız bu korkunç günlerde bir de Hrant Dink’in katili Ogün Samast serbest bırakıldı. Katilin serbest bırakılması, toplumda büyük bir infial yarattı. Ancak sanırım bir tek biz hukukçular şaşırmadık. Çünkü bu hukuk sisteminin, adli ve siyasi mahpuslar arasında ne kadar büyük bir ayrımcılık yaptığını, infaz sisteminin ne kadar ayrımcı olduğunu çok yakından biliyoruz. Aslında Ogün Samast bir Teşkilat-ı Mahsusa tetikçisi. Bugün ismine ne dersek diyelim; derin devlet, Ülkü Ocakları, JİTEM adını ne koyarsak koyalım bu operasyonu gerçekleştiren gerçek yapı Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın geleneğine baktığımızda Ogün Samast kullanılan tetikçiler açısından çok bilinir ve tanınır bir kişiliktir. Bu devletin yargısı, Teşkilat-ı Mahsusa ya da derin devlet olarak tanımlanan yapı tarafından işlenen suçları her zaman akladı ve cezasız bıraktı. Aslında Hrant Dink’in katledilmesi olayına yargının yaklaşımı da bu yöndeydi. Ogün Samast ve diğer sanıklar örgüt üyesi olarak kabul edilmediler. Adli bir suçlu olarak cezalarını hala çekmekteler. Ogün Samast bilerek ve belli bir karar doğrultusunda çocuk yaşta olduğu için seçilmiş bir tetikçiydi, bu nedenle de hem çocuk yaşta oluşu hem de adli tutuklulara ve hükümlülere uygulanan infaz sistemindeki ayrıcalıklarla serbest bırakıldı.

Bu coğrafyadaki infaz sisteminin ayrımcı olduğunu dile getirmiştim. Adli mahpuslar için devlet tarafından gösterilen hoşgörü, hiçbir zaman siyasi mahpuslar için gösterilmedi. Her zaman siyasi mahpuslar, adli mahpuslara göre aldıkları cezanın çok daha fazla bir oranını yattılar. Bu devletin ayrımcı bakış açısının da ayrımcı hukuk sisteminin de en net göstergesi. Ogün Samast’ın iyi hal nedeniyle bırakıldığı söylendi. Biz Ogün Samast’ın tetikçi katili olduğunu bilmemizin yanında, cezaevinde bir gardiyan dövdüğünü de biliyoruz. Ancak cezaevinde yatan siyasi mahpuslara, düşünce suçlularına, milletvekillerine baktığımızda hiçbir disiplin suçu işlememiş olmalarına rağmen aynı hoşgörü cezaevi gözlem kurulları tarafından kendilerine gösterilmiyor. Hasta mahpuslar dahi, ölmek üzereyken tahliye ediliyorlar ya da ölerek cezaevinden çıkıyorlar.

Evet, Ogün Samast belki yasa uyarınca yaş küçüklüğü nedeniyle ya da daha doğru deyimle çocuk yaşta işlediği bir suç nedeniyle cezaevinde az yattı ve iyi halli sayılarak tahliye edildi. Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim Mazlum İçli çocuk değil miydi? İşlemediği bir suçtan yargılanan Mazlum İçli hala tahliye edilmediği gibi aldığı ceza kesinleşti.

Gerçekten yaşadığımız bir distopya ortamı. Çok zor, akıl almaz ve çok anlaşılmaz günler yaşıyoruz. Ama şurası bir gerçek ki devletin bu yapısı yeni değil, sadece bugün yaşanan büyük hak ihlallerini görenler, geçmişte olanları görmediler. Ermeni soykırımını, 1938 Dersim soykırımını, 90’larda yaşanan derin devlet katliamlarını, 12 Eylül’ü gerçekten doğru değerlendiremediler. O nedenle bu coğrafyada eğer gerçekten bir demokratikleşme ve sivilleşme istiyorsak, gerçek anlamda 1923’ten başlayarak hatta öncesinden başlayarak bir resmi ideoloji tartışması başlatmamız gerekiyor. Ama kendini muhalefet olarak tanımlayanlara baktığımızda bunun maalesef hala çok uzağındayız.

QOSHE - Devlet hep aynı devlet - Eren Keskin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Devlet hep aynı devlet

13 0
21.11.2023

Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. Kuruluşundan itibaren farklı etnik kimliklere, farklı cinsel kimliklere, farklı anlayışlara- inanç kimliklerine hep mesafeli oldu. Sadece Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan bir hukuk sistemi oluşturdu. Kaldı ki hukuk sisteminin yapıcısı olan Mahmut Esat Bozkurt’un kimliğini incelediğimizde ne kadar ırkçı bir yapıya sahip olduğunu görebiliriz.

Ancak bu coğrafyada yaşayan bazı kesimler özellikle de Kemalistler ya da CHP ile tanımlanan insanlar, bugün eski devletin güzelliğinden söz ediyorlar. Hayır, eski olarak tanımlanan devlette, bugünün devlet yapısı da hiçbir zaman demokratik olmadı ve yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı.

Son günlerde yaşadığımız olaylar, coğrafyamızda yaşanan hukuk katliamının ne boyutlara geldiğinin de açık bir göstergesini oluşturdu. Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili seçilen Can Atalay ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin daha önce de vermiş olduğu kararların benzeri bir karar vererek hak ihlali olduğuna hüküm vermesi ve ardından bu kararı uygulamamak için bulunan bahaneler çerçevesinde Yargıtay’ın yaptığı açıklama gerçekten hukuk okumuş insanlar için korkunçtu. Aslında biz, demokratik bir hukuk sistemini savunanlar olarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ne kadar gerici ve darbe ürünü bir anayasa olduğunu çok yakından biliyoruz. Buna rağmen bu anayasanın 153. Maddesinde -Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına herkesin, her kurumun uyması gerektiği- yazar ancak Yargıtay, Can Atalay ile ilgili verilen karar sonrasında anayasaya açıkça –aykırılık oluşturan- bir karar verdi. Biz hukukçular yazılı hukukun esas olduğunu biliyoruz; bu kararın anlaşılması çok zor, bu kararın değerlendirilmesi de çok zor. Ama........

© Yeni Yaşam


Get it on Google Play