Anayasa Mahkemesi, aralarında T24 Yazarı Tolga Şardan’ın da bulunduğu pek çok gazetecinin tutuklanma gerekçesi olarak kullanılan Dezenformasyon Kanunu’nu 8 Kasım’da görüşecek. CHP, kanunun yürürlüğünün durdurulması için geçtiğimiz yıl AYM’ye başvurmuştu. Fotoğrafta Tolga Şardan’ın tutukluluğuna karşı toplanan gazeteciler görülüyor. (Foto: Türkiye Gazeteciler Sendikası)

Dezenformasyon konusu daha önce de defalarca yazdığımız gibi, yeni bir konu değil. İlk çağlardan bu yana rakibini (düşmanını) kandırmak amaçlı olarak kullanılıyor. Ama ülkemizde geçen sene yürürlüğe giren dezenformasyon yasası tam tersine “bir şeyleri gizlemek”, -tam doğru ifade olmasa da belki şöyle tanımlayabiliriz- “pasif dezenformasyon” amaçlı olarak kullanılıyor.

Tabii ki 35 yıllık gazeteci Tolga Şardan’ın “Mit’in Cumhurbaşkanlığına sunduğu yargı raporunda neler var” yazısının yayınlanmasından sonra “dezenformasyon” kanunu çerçevesinde tutuklanmasından bahsediyorum.

Şardan’ın tutuklanması ile tepkiler yükseldi ama ondan hemen önce, Aykırı (Batuhan Çolak), Ajans Muhbir (Süha Çardaklı) ve Haber Report yöneticileri tutuklanmıştı. Neden aynıydı; “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” yanında “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlaması vardı. Yani iktidar dezenformasyon kanununda vites yükseltmiş durumda.

Hem eylüldeki tutuklamaları hem Şardan ve arkasından Cengiz Erdinç ile diğer gazetecilerin tutuklanmasının detaylarını pek çok gazeteci yazdı. Ben olayın “Dezenformasyon Kanunu” tarafına bakacağım. Malum bu kanun için CHP’nin yaptığı 217/A sayılı maddeye iptal başvurusu 8 Kasım’da Anayasa Mahkemesinde görüşülecek.

Geçen yıl ekim ayında TBMM’den gece yarısı geçen ve kamuoyunda “Dezenformasyon Kanunu” adıyla anılan kanun, 18 ekim 2022’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yanına “basın” ile ilgili birtakım haklar (basın kartı, internet medyasının tanınması, internet sitelerine resmi reklam sağlama vs. gibi) paketlenerek TBMM’ye giden yasayı gazeteciler önce anlayamadı ve iyi bir şey gibi değerlendirdiler. Sonrasında internet hukukçularının ikazları ile sorunun büyüklüğü anlaşıldı ve gazeteciler protestolar düzenlediler.

Özellikle “hapis” cezasına yol açan 29.madde tepkiyle karşılandı. Muğlak ifadelerle dezenformasyon tanımlanması yapılması bugünkü durumun habercisiydi. Bu maddeyi buraya alalım;

“MADDE 29- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa 217 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.“

Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma

MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Dezenformasyona karar vermesi için, kanun çerçevesinde, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı altında “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM)” diye bir bölüm oluşturuldu. Bu bölüme ait web sitesine bakıldığında bir çeşit “FAST CHECKING” platformu gibi çalıştığı görülüyor. DMM’ye ait bir de Instagram hesabı olduğu görülüyor.

Ama yukarıdaki sorumuzu tekrar soralım; “Dezenformasyona kim ve nasıl karar veriyor?” Örneğin, Şardan’ın yazısında geçen rapor 2 gün sonra ve tutuklandıktan 10 dakika sonra İletişim Başkanlığı tarafından yalanlandı ve 2 Kasım’da Şardan’ın yazısına erişim engeli getirildi.

Dolayısıyla son olaylar, kanunun hazırlık dönemindeki en önemli itiraz olan, “AKP bu kanunu getiriyor çünkü dezenformasyon kanununu halkın haber alma özgürlüğünü kendi lehlerine engelleyecek şekilde kullanacaklar” düşüncesini güçlendirdi. Bu noktada, Tolga Şardan’ın gözaltına alındığında savunması önemli ve durumu özetliyor; “Sadece halkı bilgilendirmek için gazetecilik yaptım”

Geçen yıl Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) da bu konuda bir açık mektup yayınlayarak “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi hakkında bilgi istiyoruz” demiş ve mevzuat, dayanak, merkezin kadro kriterleri ve sayısı gibi çeşitli sorular sormuştu. Ama bir cevap aldılar mı, bilemiyorum. Çünkü ortalıkta gördüğüm bir cevap yok. Anlayacağınız, gazetecileri hedefleyen bir yapı ama kendisi gazetecileri muhatap almıyor.

Kanun yayınlandıktan sonra CHP, Anayasa Mahkemesine 7418 sayılı ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, yani ‘torba kanun’la, Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenen 29’uncu maddenin yürürlüğünün durdurulması için başvurdu. 26 Ekim 2022’de görüşülen 29.maddeyi durdurma talebine karşı sonuç şöyle çıktı;

“Yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına…”

Şimdi Anayasa Mahkemesinin tedbir almadığı, 1 yıldır durdurmadığı 29.madde; Tolga Şardan, Cengiz Erdinç ve diğer gazetecilerin susturulması için kullanıldı. Anayasa Mahkemesi acaba buna ne diyor?

8 Kasım’da E.2022/129 esas sayısı ile CHP’nin 29. madde için geçen yıl yaptığı yürütmeyi durdurma (tedbir) ve iptal başvurusu sonuca bağlanacak. Madde gündemde şöyle yer alıyor;

“13/10/2022 tarihli ve 7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29. maddesiyle 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebi.”

Olayı bir hukukçuya soralım dedik. Mehmet Ali Köksal ile konuştuk:

-Dezenformasyon diye bilinen kanun geçen yıl meclisten geçti, Cumhurbaşkanı onayı ile yürürlüğe girdi. Bize bu kanundaki tartışmalı hususları veya varsa olumlu konuları kısaca hatırlatır mısınız?

Somut olaydaki sorularınıza girmeden önce Dezenformasyon Kanunu olarak ifade ettiğiniz “Basın Kanunu ve …” ile ilgili daha önce yazdığım bir görüşün bir kısmı aşağıdadır:

Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan değişiklikler: 7418 sy. Kanunun 29. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’na “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığı 217/A maddesi eklenerek yeni bir suç ihdas edilmiştir.

Maddeye göre bu suçun oluşabilmesi için 5 şartın bir arada bulunması gerekmektedir. Bu şartlar:

-Yayılan haberin gerçek olmaması,
-Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığını ilgilendirmesi,
-Halk arasında korku, panik ve endişe oluşturma kastının bulunması,
-Kamu barışını bozmaya yönelik olması,
-Aleni olmasıdır.

Bu beş şart bir arada bulunmadığı sürece halkı yanıltıcı bilgi yayma suçu meydana gelmiş olmayacaktır. Haber gerçek olmasa dahi halk arasında korku, panik ve endişe yaratmıyorsa suçun unsurları meydana gelmemiş demektir. Ancak her ne kadar madde hükmünden bu unsurların gerekliliği anlaşılsa da unsurların her biri sınırları belli bir tanımlamaya sahip olmayan yoruma açık kavramlardır.

Ceza hukukunun temellerini dayadığı kanunilik ilkesine göre suç ve bunun karşılığı olan ceza ancak kanunla belirlenebilir. Ceza kanunları kıyasa mahal vermeyecek kadar açık olmalı ve kıyasa varan yorum yapılmamalıdır. Ancak gerçeğe aykırı bilgi kavramı soyut yapısı nedeniyle maddeyi bu nitelikten uzaklaştırmaktadır. Suçun unsurlarının belirli ve sınırlarının çizilmiş olmaması ve buradan yola çıkarak kanunun 29. maddesi Anayasa Madde 38 ve TCK Madde 2’de yer alan suç ve cezaların kanuniliği ilkesine, hukuki belirlilik ve öngörülebilirliğe aykırıdır. Gerçek kavramı muğlak bir yapıya sahiptir. Gerçeğe aykırılığın hangi ana göre değerlendirileceği bir soru işaretidir. O günün doğrusuna uymayan gerçeklerin maddenin kapsamına girip girmeyeceği konusundaki belirsizlik, ceza kanunlarına hakim olan öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır. Üzerine eğilinmesi gereken soru bu farklı gerçeklerden hangisinin doğru kabul edileceğidir. Bu madde 21. yüzyılda Galileo’nun dünya dönüyor dediği için yargılanmasına sebep olacak mıdır?

Aleniyetin gerçekleşmesi için olay yerinde başkalarının bulunması yeterli değildir. Suça sebebiyet veren eylemin belirlenemeyen sayıda kişi tarafından görülme, duyulma ve algılanabilme olasılığının bulunması halinde aleniyet şartı sağlanmış olur. Bu durumda herkes tarafından görüntülenemeyen, belirli sayıda takipçisi olan gizli hesaplardan yapılan eylemler bu maddenin kapsama alanına girip girmeyeceği tartışmalı bir nokta olarak kalmaktadır.

Bu suçun sosyal medyada örneğin Twitter’da işlenmesi halinde retweet yapmak veya söz konusu paylaşımı beğenmek iştirak kapsamına girmesi ihtimali gündeme gelecektir. Bu durumda kişiler sosyal medyada paylaşım yapmak bir yana beğeni yapmaktan dahi çekinir olacak, Kanun caydırıcı etkisiyle otosansür riski doğuracak ve bütün toplum adeta bir korku hapishanesine mahkum olacaktır.

Maddenin ikinci fıkrasına göre failin gerçek kimliğini saklaması bu suç bakımından ağırlaştırıcı hal olarak düzenlenmiştir. Bu durum kişilerin sosyal medyada sık sık nickname kullanması halini de akıllara getirmektedir. İşbu madde ile kişilerin internet ortamındaki gizliliği tehlikeye atılmış olmaktadır.

Madde hakkında yaptığımız bütün çıkarımlardan da anlaşılacağı üzere Kanun’un 29. maddesi ifade özgürlüğüne çok ağır kısıtlamalar getiren bir maddedir. İfade özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmıştır ve taraf olduğumuz bu sözleşmeye göre bir hak ve özgürlüğün kısıtlanabilmesi için bazı şartların varolması gerekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, ifade özgürlüğüne yönelik her türlü müdahale Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlaline sebebiyet vermemek kaydıyla kanunla öngörülmüş olmalı, sözleşmede sayılan meşru amaçlardan en az birini izlemeli, demokratik bir toplumda gerekli olmalı ve izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır. Her ne kadar kanunla öngörülmüş olma şartı sağlansa da orantısızlığı ve demokratik bir toplumda gerekliliğinin net bir şekilde ortaya koyulmamış olması sebebiyle yapılan kanun düzenlemesi ifade özgürlüğüne hukuka aykırı olarak getirilmiş bir sınırlamadır.

Gerekçede “İfade özgürlüğü, haber ya da bilgiye ulaşma hakkı, kanaat sahibi olma hakkı ve kanaati açıklama hakkı olmak üzere üç unsurdan oluşmakta ve bu alanları korumaktadır.” şeklindeki açıklamaya karşın Kanun’da veya başkaca bir düzenlemede kişilerin haber ya da bilgiye ulaşma hakkına ilişkin en ufak bir güvence bulunmamaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere tam tersi haber ve bilgiyi Hükümetin istediği şekilde yapmayan gazeteciler “basın kartı”, yayımcı kuruluşlar ise ilan ve reklam gelirinden mahrum kalma riski ile karşı karşıyadır. İletişim Başkanlığı’nın ve Basın İlan Kurumu’nun uygulamalarının etkin denetimine ilişkin hiçbir mekanizma öngörülmemiştir.

Hal böyle iken bir yandan Basın Kanunu aracılığıyla İnternet Haber Siteleri dahil tüm haber akışı Hükümetin sıkı denetimine girmekte, diğer yandan, 5651 sayılı Yasa ile ve Kanun’daki ilgili düzenlemeler aracılığıyla Sosyal Medya Mecraları üzerinde baskı kurulmakta, son olarak Kanun’un 36. ve 37. maddelerindeki OTT’ler ile ilgili düzenleme aracılığıyla da kişisel iletişim BTK eliyle denetlenilmeye çalışılmaktadır. Bu haliyle demokratik bir hukuk devletinde düşüncenin oluşmasının tüm kanalları yoğun denetime tabi kılındığı izahtan varestedir. Bu haliyle tüm bunlar yetmiyormuş gibi, Kanun’un 29. maddesinde getirilmek istenilen soyut tehlike suçu aracılığıyla da bireylere düşüncelerini ifade etmeme baskısı kurulmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle düzenlemede yer alan soyut tehlike suçu son derece sakıncalıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğünü aşırı şekilde kısıtlama potansiyeline sahiptir ve madde gerekçesinde ifade edildiği gibi “halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak” gibi bir güvence anlamlı değildir. Gerçekler de halk arasında endişe, korku veya panik yaratabilir ancak bu onların gerçek olduğu sonucunu değiştirmez.

7418 sayılı Kanunun 30. maddesi ile “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun temyiz kapsamına alınması, en azından bu suçlara ilişkin mahkumiyet kararlarının Yargıtay denetiminin önünü açması açısından olumludur.

-T24’den Tolga Şardan’ın tutuklanmasını nasıl, dezenformasyon kanunu perspektifinden bakarak değerlendiriyorsunuz?

Tutuklama kararını görmedim ancak basına yansıdığı kadarıyla bilgi sahibiyim. Kanun henüz kabul edilmeden önce, son revizyonlarını da kabul edildiği günlerde yaparak kaleme aldığım, yukarıda bir bölümünü alıntıladığım görüşte de belirtmiş olduğum gibi Kanun ile Türk Ceza Kanunu’na getirilen düzenleme, keyfi uygulamaya son derece açık, soyut kavramlarla kaleme alınmış bir düzenlemeydi ve üst üste bunun uygulamasını gördük.

-HalkTV Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dinçer Gökçe olayına bakarsak, bunu yine aynı perspektiften nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dinçer Gökçe’yi eskiden bu yana tanırım. Bir haber yapıyorsa, bu haberi ulaşabildiği kaynaklarla yapan, sorumluluk sahibi bir gazetecidir. Haberi doğru veya yanlış olabilir, haberinde hatalı unsurlar olabilir. Ancak, Sayın Gökçe’ye veya gerçek bir gazeteciye TCK 217/A kapsamındaki isnadı yöneltmeden önce tüm unsurların irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde bu bir gözdağı olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi Kanun’un amacı aslında gözdağı olduğu için bu şaşırtıcı değildir. Ancak, ben yine de bir hukukçu olarak yukarıda belirttiğim unsurların uygulanmasını beklerim. Dikkat edin, ifadeye çağırmıyorlar, gözaltı uyguluyorlar. Haberden dolayı uyguluyorlar!

-Bianet’ten Evrim Kepenek, Kısa Dalga’dan Cengiz Erdinç ve BirGün Gazetesi muhabirleri Uğur Şahin, İsmail Arı ve Uğur Koç’a yine benzer suçlamalar var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yukarıdaki iki olayı, ardından gelen başka gözaltıları ve bu sorunuzdaki isimlerle ilgili sorunuzu birlikte değerlendirdiğimizde şunu söyleyebilirim: Bir hukukçu olarak dosyayı görmeden her bir olayı kendi içerisinde değerlendirmeden yorum yapmak doğru değildir. Ancak, buradaki konu baştan bu yana hatalı olan TCK 217/A olduğu için tüm bunlara hukukçu hassasiyeti ile karşı çıkmak mümkündür.

-Birden bire üst üste Dezenformasyon Kanunu’na dair uygulamalar gördük. Bunun nedeni için bir yorumunuz var mı?

Konuyla ilgili aslında yukarıda belirttiğim görüşün devamındaki 5651 sayılı Yasa’daki değişiklikler ile ilgili başlıkta aşağıdaki paragrafı kaleme almıştım. Yani aslında sorunuzun cevabını ben nerede ise bir yıl önce kaleme almışım.

Örneğin seçimler öncesinde neyin yayınlanıp neyin TCK 217/A kapsamına gireceğine BTK mı karar verecektir? Sosyal medya platformları da, BTK’nın verdiği bu karar doğrultusunda sadece hükümetin istediği/uygun bulduğu içeriklerin yayınlanmasını, istemediklerinin yayınlanmamasını mı sağlayacaktır? Daha önceki genel seçimler döneminde Ezan, bayrak vb. unsurlar barındırdığı için ilgili mevzuata açık bir şekilde aykırı olduğu bilinen bir reklam TRT dahil tüm kanallarda YSK’nın durdurma kararı tebliğ edilinceye kadar yayınlanırken, muhalefetin reklam filminin TRT tarafından hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yayınlanmadığı bilinmektedir. Bu nedenle BTK’ya içerik denetimi yetkisi veren düzenlemenin demokratik bir seçim ortamına etkilerinin son derece sakıncalı olacağı tartışmasızdır.

Şu an mevcut hükümetin kişilerin algısıyla oynamak konusundaki önündeki tek engel, mali gücü zayıf birkaç yayın kuruluşu ile sosyal medyayı etkin kullanan birkaç bağımsız gazetecidir. Eğer hükümet, bilinen bu isimlerden birkaçı üzerinden gözdağı verebilirse seçimlerden önce çok daha etkili şekilde kendi gerçeklerini oluşturabilecek ve kamuoyu algısına istediği gibi yön verebilecektir. Bu kapsamda benim öngörüm yakın zamanda daha çok ekonomik konulardaki yayınların üzerine gidileceği ve bu konuda önemli bir kaç isim üzerinden gözdağı verilebileceği yönündedir.

-8 Kasım’da Anayasa Mahkemesi’nde CHP’nin iptal başvurusu görüşülecek. İptal isteminin gerekçesi neydi? Bu görüşmeden nasıl bir sonuç çıkacağını düşünüyorsunuz? Özellikle de hukuktaki yolsuzluk konuları tartışılırken…

CHP’nin iptal başvuru içeriği hakkında bilgi sahibi değilim. Anayasa Mahkemesi halen belirli hassasiyetleri olan bir Mahkeme olsa da, bence demokrasinin özünü korumak için yeteri kadar demokratik yorumlar yapmayan bir mahkeme. Zaten CHP’nin 29.madde iptal başvurusu için 2022’de, tedbir istemini niteliğine aykırı olarak esasla birlikte değerlendireceği şeklindeki kararı, bu konuda hassas davranmadığının diğer bir işareti. Yani sınırlı bazı iptaller gelebilir. Diğer taraftan iptal etse ve hükümete düzenleme yapma için süre verse ne olacak. Yine mevcut iktidar bu düzenlemeyi sonuna kadar kullanacak… Bir seçimde daha istediği gibi kamuoyu ile oynayabilecek.

Kaynak: https://turk-internet.com/aymnin-dezenformasyon-kanunu-iptali-gorusmeleri-yaklasirken-bir-analiz/

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

QOSHE - AYM’nin Dezenformasyon Yasasını iptal görüşmeleri yaklaşırken - Füsun Sarp Nebil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

AYM’nin Dezenformasyon Yasasını iptal görüşmeleri yaklaşırken

5 0
06.11.2023

Anayasa Mahkemesi, aralarında T24 Yazarı Tolga Şardan’ın da bulunduğu pek çok gazetecinin tutuklanma gerekçesi olarak kullanılan Dezenformasyon Kanunu’nu 8 Kasım’da görüşecek. CHP, kanunun yürürlüğünün durdurulması için geçtiğimiz yıl AYM’ye başvurmuştu. Fotoğrafta Tolga Şardan’ın tutukluluğuna karşı toplanan gazeteciler görülüyor. (Foto: Türkiye Gazeteciler Sendikası)

Dezenformasyon konusu daha önce de defalarca yazdığımız gibi, yeni bir konu değil. İlk çağlardan bu yana rakibini (düşmanını) kandırmak amaçlı olarak kullanılıyor. Ama ülkemizde geçen sene yürürlüğe giren dezenformasyon yasası tam tersine “bir şeyleri gizlemek”, -tam doğru ifade olmasa da belki şöyle tanımlayabiliriz- “pasif dezenformasyon” amaçlı olarak kullanılıyor.

Tabii ki 35 yıllık gazeteci Tolga Şardan’ın “Mit’in Cumhurbaşkanlığına sunduğu yargı raporunda neler var” yazısının yayınlanmasından sonra “dezenformasyon” kanunu çerçevesinde tutuklanmasından bahsediyorum.

Şardan’ın tutuklanması ile tepkiler yükseldi ama ondan hemen önce, Aykırı (Batuhan Çolak), Ajans Muhbir (Süha Çardaklı) ve Haber Report yöneticileri tutuklanmıştı. Neden aynıydı; “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” yanında “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlaması vardı. Yani iktidar dezenformasyon kanununda vites yükseltmiş durumda.

Hem eylüldeki tutuklamaları hem Şardan ve arkasından Cengiz Erdinç ile diğer gazetecilerin tutuklanmasının detaylarını pek çok gazeteci yazdı. Ben olayın “Dezenformasyon Kanunu” tarafına bakacağım. Malum bu kanun için CHP’nin yaptığı 217/A sayılı maddeye iptal başvurusu 8 Kasım’da Anayasa Mahkemesinde görüşülecek.

Geçen yıl ekim ayında TBMM’den gece yarısı geçen ve kamuoyunda “Dezenformasyon Kanunu” adıyla anılan kanun, 18 ekim 2022’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yanına “basın” ile ilgili birtakım haklar (basın kartı, internet medyasının tanınması, internet sitelerine resmi reklam sağlama vs. gibi) paketlenerek TBMM’ye giden yasayı gazeteciler önce anlayamadı ve iyi bir şey gibi değerlendirdiler. Sonrasında internet hukukçularının ikazları ile sorunun büyüklüğü anlaşıldı ve gazeteciler protestolar düzenlediler.

Özellikle “hapis” cezasına yol açan 29.madde tepkiyle karşılandı. Muğlak ifadelerle dezenformasyon tanımlanması yapılması bugünkü durumun habercisiydi. Bu maddeyi buraya alalım;

“MADDE 29- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununa 217 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.“

Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma

MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. (2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Dezenformasyona karar vermesi için, kanun çerçevesinde, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı altında “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM)” diye bir bölüm oluşturuldu. Bu bölüme ait web sitesine bakıldığında bir çeşit “FAST CHECKING” platformu gibi çalıştığı görülüyor. DMM’ye ait bir de Instagram hesabı olduğu görülüyor.

Ama yukarıdaki sorumuzu tekrar soralım; “Dezenformasyona kim ve nasıl karar veriyor?” Örneğin, Şardan’ın yazısında geçen rapor 2 gün sonra ve tutuklandıktan 10 dakika sonra İletişim Başkanlığı tarafından yalanlandı ve 2 Kasım’da Şardan’ın yazısına erişim engeli getirildi.

Dolayısıyla son olaylar, kanunun hazırlık dönemindeki en önemli itiraz olan, “AKP bu kanunu getiriyor çünkü dezenformasyon kanununu halkın haber alma özgürlüğünü kendi lehlerine engelleyecek şekilde kullanacaklar” düşüncesini güçlendirdi. Bu noktada, Tolga Şardan’ın gözaltına alındığında savunması önemli ve durumu özetliyor; “Sadece halkı bilgilendirmek için gazetecilik yaptım”

Geçen yıl Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) da bu konuda bir açık mektup yayınlayarak “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi hakkında bilgi istiyoruz” demiş ve mevzuat, dayanak, merkezin kadro kriterleri ve sayısı gibi çeşitli sorular sormuştu. Ama bir cevap aldılar mı, bilemiyorum. Çünkü ortalıkta gördüğüm bir cevap yok. Anlayacağınız, gazetecileri hedefleyen bir yapı ama kendisi gazetecileri muhatap almıyor.

Kanun yayınlandıktan sonra CHP, Anayasa Mahkemesine 7418 sayılı ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, yani ‘torba kanun’la, Türk Ceza Kanunu’na (TCK) eklenen 29’uncu maddenin yürürlüğünün durdurulması için başvurdu. 26 Ekim 2022’de görüşülen 29.maddeyi durdurma talebine karşı sonuç şöyle çıktı;

“Yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına…”

Şimdi Anayasa Mahkemesinin tedbir almadığı, 1 yıldır durdurmadığı 29.madde; Tolga Şardan, Cengiz Erdinç ve diğer gazetecilerin susturulması için kullanıldı. Anayasa Mahkemesi acaba buna ne diyor?

8 Kasım’da E.2022/129 esas sayısı ile CHP’nin 29. madde için geçen yıl yaptığı yürütmeyi durdurma (tedbir) ve iptal başvurusu sonuca bağlanacak. Madde gündemde şöyle yer alıyor;

“13/10/2022 tarihli ve 7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29. maddesiyle 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesinin iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi talebi.”

Olayı bir hukukçuya soralım dedik. Mehmet Ali Köksal ile........

© yetkinreport.com


Get it on Google Play