Boğaziçi Üniversitesi Teleiletişim ve Enformatik Araştırma Merkezinin labaratuvarlarını barındıran bina idari kadroya tahsis edildi. “Üç köprüyü birden gören boğaza nazır konferans merkezimiz, üniversiteye Üsküdar Belediyesinden gelen ve türlü manevralarla daire başkanı yapılan bir memura makam odası oldu. Daire başkanının ilk icraatı, artık makam odası olan pırıl pırıl yepyeni konferans merkezinin tuvaletlerini yıktırıp alaturkaya çevirmek oldu.”

İnsan, çok sevdiği birisi ölünce hemen kabullenemiyor. Yasın beş aşaması olduğu kabul ediliyor: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabul. Sanırım depresyonla kabul arasında bir yerdeyiz: Boğaziçi Üniversitesi’nin ölümünü kabullenmeye yakınız.

Üç sene önce üniversitemize kayyum atandığında, durumu önce anlayamadık: İnkâr ile öfke arasında gidip geldik. Bu durumun geçici olduğunu, başına bir kayyum atamakla üniversitenin değişmeyeceğini söyledik kendi kendimize. Sonra öfke aşamasından geçtik: Öğrenciler ve mezunlar üniversitenin ölümünü kabullenmeyeceklerini öfkeyle gösterdi. Sonra pazarlık aşamasına geçtik: Meclise gittik; politikacılarla konuştuk, üniversitenin ülkenin kalkınması, gelişmesi için vazgeçilmez bir işlevi olan bir kurum olduğunu anlatmaya çalıştık. Akademik özerklik, bilimsel özgürlük üzerine toplantılar yaptık; konferanslar düzenledik. Bir taraftan hala üniversite hayatta gibiydi; ya da biz öyle sanıyorduk.

Sonra seçimler oldu; değişim umudumuz gerçekleşmedi. Derin bir depresyona girdik. Komadaki üniversite öldü. Üniversite hayatımızdı; ömrümüzü vakfettiğimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz, her gün heyecanla gittiğimiz, öğrenme, keşfetme ve öğretme heyecanıyla bizi hayata bağlayan yuvamızdı. Hayatımızın anlamı kayboldu.

Boğaziçi Üniversitesi’ne 1980 senesinde girdim. Askeri darbe döneminde, kampüste polis, jandarma görmeden sakin bir ortamda okudum. Boğaziçi Üniversitesi ülkenin kavga gürültüsünden korunmuş, bambaşka bir yerdi. Ancak bir araştırma üniversitesi değil, küçük bir kolejdi.

Boğaziçi Üniversitesi’ni dünya ölçeğine taşıyan, 1992’de doktoramı alıp öğretim üyesi olarak geri döndüğümde seçilmiş rektörü olarak göreve başlayan Prof. Üstün Ergüder oldu. Üniversitenin stratejik planı onun rektörlüğü döneminde yazıldı; araştırma üniversitesi olma hedefi o zaman benimsendi. 2000’li yıllarda, öğretim üyeleri olarak bu hedefe hizmet ettik ve üniversiteyi dünya ölçeğine taşıdık: Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu 2012’de rektör seçildiğinde, Boğaziçi Üniversitesi dünyada ilk 100-200 bandına gelmişti: İnanılmaz bir altın dönem yaşadık. Mesleki hayatımızın en aktif dönemlerini bu yıllarda yaşadığımız için çok şanslıymışız.

Araştırma üniversitesi, araştırma ve doktora eğitimini merkeze alan üniversite olarak tanımlanıyor. 2006 yılında, büyük çoğunluğu Bilgisayar ve Elektrik Mühendisliği bölümlerinden 26 öğretim üyesi, endüstri ile ortak araştırma yapmak ve doktora öğrencisi yetiştirmek üzere, bir araya gelerek bir proje yazdık: Teleiletişim ve Enformatik Alanlarında Araştırmacı ve Akademisyen Yetiştirme Projesi (TAM). Proje lideri Prof. Ufuk Çağlayan, projeyi Devlet Planlama Teşkilatı’nın o zaman başında olan Sayın Kemal Madenoğlu’na anlattı ve 2007 yılında proje kabul edildi.

Proje bütçesi ile Kandilli kampüsünde 3000 metrekarelik, içinde konferans merkezi, laboratuvarları, doktora öğrencilerinin ve araştırmacıların oturacağı ofisleri olan bir bina yapıldı. Bina, 2009 yılında Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz tarafından açıldı ve 2013 yılında projenin kurumsallaştırılması için kurulan TETAM adlı merkeze tahsis edildi.

Açıldığından bu yana 75 doktora öğrencisi mezun eden merkezde, Faraday kafesi ile yalıtılmış kablosuz ağlar ve uydu iletişimi araştırma laboratuvarı, sensörlerle donatılmış akıllı ortam laboratuvarı, multimedya ve bilişsel bilim laboratuvarı, robot laboratuvarı, nanoiletişim laboratuvarı, Endüstri 4.0 laboratuvarı vardı. Akıllı ortam laboratuvarında, yaşlıların bağımsız hayat yaşamasını sağlayacak teknolojiler geliştiriliyordu. Kablosuz ağlar laboratuvarında 5G ve 6G araştırmaları yapılıyordu. Tübitak desteği ile kurulan Nanoiletişim laboratuvarında vücut sıvıları içinde moleküllerin nasıl ilerleyeceğinin deneyleri yapılıyordu. İSTKA desteği ile kurulan Endüstri 4.0 laboratuvarı, endüstri ile ortak araştırmalar için kurulmuştu. Çatı katında, büyük bir özenle döşenmiş seminer salonları, konferans merkezi vardı. Her hafta doktora öğrencilerimiz burada tezlerinin son gelişmelerini anlatıyordu. 2017 senesinden beri Boğaziçi Üniversitesi Endüstri4sıfır Platformu adını verdiğimiz bir platformda, yüzü aşkın endüstri kuruluşu ile ortak seminerler, eğitimler, proje geliştirme toplantıları yapıyorduk.

Geçtiğimiz ay, merkezin bir yarısının bir idari birime, diğer yarısının başka bir idari birime tahsis edildiğini öğrendik. Bu kararı alanlar, bize danışma ihtiyacı duymadığı gibi, haber verme zahmetine de katlanmadan laboratuvarlara girip laboratuvar ve ofis malzemelerimizi çöp torbalarına gelişigüzel doldurup bir köşeye atmışlar. Eğer üniversitenin hayatta olduğuna dair bir umudumuz kaldıysa, bu ay o da kayboldu. Üniversitenin ölümünü kabullendik.

Peki niye? Üniversiteyi niye öldürdüler? Ölümü kabullensek de bunu anlamak önemli. Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ile yazdığımız ve Nature Human Behaviour dergisinde yayınlanan makalede bu konuyu ele aldık: Üniversiteyi öldürüp kendine göre başka bir şey kurma isteğinin altında, “kültürel alana hakim olma” amacı yatıyor. Bu da, tüm üniversitenin içini boşaltmadan mümkün olamayacağından, kapatılan, imha edilen sosyal merkezlerin yanı sıra, Teleiletişim ve Enformatik alanı da payına düşeni alıyor.

Peki ölen üniversitenin yerine konan şey ne olacak? Bunu anlamak zor; ama Teleiletişim ve Enformatik Araştırma Merkezinin yerine ne konduğunu anlatarak bir fikir verebilirim. Üç köprüyü birden gören boğaza nazır konferans merkezimiz, üniversiteye Üsküdar Belediyesinden gelen ve türlü manevralarla daire başkanı yapılan bir memura makam odası oldu. Daire başkanının ilk icraatı, artık makam odası olan pırıl pırıl yepyeni konferans merkezinin tuvaletlerini yıktırıp alaturkaya çevirmek oldu. Sanırım herkes buradan üniversitenin yerine konan şey hakkında bir fikir edinebilir.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

QOSHE - Boğaziçi Üniversitesi’nin yasını tutmak - Lale Akarun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Boğaziçi Üniversitesi’nin yasını tutmak

16 1
14.12.2023

Boğaziçi Üniversitesi Teleiletişim ve Enformatik Araştırma Merkezinin labaratuvarlarını barındıran bina idari kadroya tahsis edildi. “Üç köprüyü birden gören boğaza nazır konferans merkezimiz, üniversiteye Üsküdar Belediyesinden gelen ve türlü manevralarla daire başkanı yapılan bir memura makam odası oldu. Daire başkanının ilk icraatı, artık makam odası olan pırıl pırıl yepyeni konferans merkezinin tuvaletlerini yıktırıp alaturkaya çevirmek oldu.”

İnsan, çok sevdiği birisi ölünce hemen kabullenemiyor. Yasın beş aşaması olduğu kabul ediliyor: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabul. Sanırım depresyonla kabul arasında bir yerdeyiz: Boğaziçi Üniversitesi’nin ölümünü kabullenmeye yakınız.

Üç sene önce üniversitemize kayyum atandığında, durumu önce anlayamadık: İnkâr ile öfke arasında gidip geldik. Bu durumun geçici olduğunu, başına bir kayyum atamakla üniversitenin değişmeyeceğini söyledik kendi kendimize. Sonra öfke aşamasından geçtik: Öğrenciler ve mezunlar üniversitenin ölümünü kabullenmeyeceklerini öfkeyle gösterdi. Sonra pazarlık aşamasına geçtik: Meclise gittik; politikacılarla konuştuk, üniversitenin ülkenin kalkınması, gelişmesi için vazgeçilmez bir işlevi olan bir kurum olduğunu anlatmaya çalıştık. Akademik özerklik, bilimsel özgürlük üzerine toplantılar yaptık; konferanslar düzenledik. Bir taraftan hala üniversite hayatta gibiydi; ya da biz öyle sanıyorduk.

Sonra seçimler oldu; değişim umudumuz gerçekleşmedi. Derin bir depresyona girdik. Komadaki üniversite öldü. Üniversite hayatımızdı; ömrümüzü vakfettiğimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz, her gün heyecanla gittiğimiz, öğrenme, keşfetme ve öğretme heyecanıyla bizi hayata bağlayan yuvamızdı. Hayatımızın anlamı kayboldu.

Boğaziçi Üniversitesi’ne 1980 senesinde girdim. Askeri darbe döneminde, kampüste polis, jandarma görmeden sakin bir ortamda okudum. Boğaziçi Üniversitesi ülkenin kavga gürültüsünden korunmuş, bambaşka bir yerdi. Ancak bir araştırma üniversitesi değil, küçük bir kolejdi.

Boğaziçi Üniversitesi’ni dünya ölçeğine taşıyan, 1992’de doktoramı alıp öğretim üyesi olarak geri döndüğümde seçilmiş rektörü........

© yetkinreport.com


Get it on Google Play