Sebebini tam bilmesem de içimden ağlamak geliyordu!
"Hey Derviş Efendi!” diye bir ses duydum, heyecanla gözlerimi açtım. “Acaba bu derviş denilen de kimmiş?” diye sağa sola bakındım. Elbisesinde olduğu gibi ayaklarındaki temizlik, vakarı, insanların edeple ayakta karşılaması dikkatimi çekti. Bu heybetli zat-ı muhterem etrafa şöyle bir göz gezdirdi, boş bir yer buldu, hemen oturuverdi. Fakat insanlar hâlâ ayakta ve başları öndeydi. Bu duruma pek mânâ veremesem de umumi havaya uymaya çalışıyordum. Sarı ışık yağmuru üzerimize üzerimize iniyordu dur durak bilmeden. Yerler kuru, toprak kaskatı kesilmişti. Dışarıdan gelenler de dâhil herkes boyunlarını bükmüş oldukları yerde hareketsiz duruyorduk. Yanı başımızdan cıvıl cıvıl çocuk seli geçip gitti. İleride Dicle’nin kıyısında birbirlerine tutunup bir meyve çalısının etrafında kasırga misali esti, sel sularının getirmiş olduğu her hâlinden belli kocaman bir kayanın üzerine çıktılar. Ahalinin başı hâlâ önlerinde... çocukları takip eden yalnız iki kişi vardı, bir ben, diğeri de........
© Türkiye
visit website