Bir varoluş sızısı ile pencereden hayata baktım bu sabah. Nedense iyi uyuyamadığım bir gecenin sabahı. Öğleden sonraki büyük kahve fincanına atılabilir günah ama besbelli ki bir iç huzursuzluğu var ortada. Garip bir durum; bir yanım heyecanla kıpırdıyor diğer yanım derinden yas tutuyor. Bir boşluğa doğru bakıp durdum az önce. Sanki ağlamam gerek de bastırıyorum onu, ya da bir mutluluğun eşiğindeyim ve adım atamıyorum. Soğuk bir İstanbul sabahı… Günlerden Cumartesi. Yazımı yazmak zorundayım. Bu iyi bir şey belki de çünkü yapmak istediğim başka bir şey yok. Sokağa çıkıp hayata karışabilirim elbet, birileriyle buluşurum, bir sergiye giderim, filme girerim. Büyük şehrin sonsuz olanakları var. Ben içimin taşrasındayım ama. Kendimi derinlerimde gizli kaygıların dalgınlığına teslim etmişim. Yalnızlığın battaniyesine sarılıp içimin dehlizlerine doğru kaçasım var daha çok da.

Yazımı yazıyorum ama şu an. Bu içerideyken dışarıda olmak demek biraz da. Boşluğa doğru konuşuyorum ama bunun şu an onu okuyan sizlerle buluşacağını biliyorum. Yine ne saçmalıyor bu diyebilirsiniz. Bir düşündüm de ne kadar da zamanın ruhu içindeyim. Videosunu kurup karşısına geçen gençlerden çok da farkım yok. Birilerine ulaşma girişimi değil mi o da.

Hepimiz bir anlam arıyoruz sonuçta. İçten gelmeyen, sinsi tasarımlarla hareket eden her şey geriyor beni. Anında saptıyorum onları. Anlıyorum tabii insanlık hallerini, her türlü sahteliğin ardındaki trajediyi, onay görüp sevilme arzusunu, kafa karışıklığını, başkalarından duyulan korkunun insanı sürüklediği girdapları. Söylenmemiş sözleri işitiyorum. Kafadan geçenlerin altyazılarını okuyorum sürekli. Kızmaktan çok şefkat aslında duyduğum. Zavallı insancıklar diyorum ve beni de kapsayan bir kategori ne yazık ki bu.

Başkalarıyla uzun zaman geçirmekten bu yüzden yoruluyorum belki de. Sürekli altyazı okumak kolay değil. Bu altyazılar içimde çeşitli duygulara tercüme ediliyor sonra. Masumiyeti yakaladığım da oluyor zaman zaman. Kendimle olan bazı dertlerimden ötürü tercüme hatası da yapabiliyorum. Eskisi gibi öfke duymuyorum kimseye. Her insanın bir gerçeği var. Başkalarına zarar verdiklerinde karşı durmak lazım sadece, kendilerine zarar verenlerin elinden tutmak.

Aynı motifleri tekrarlayan bir hayat var sanki. Geçenlerde izlediğim bir filmdeki replik düşündürdü bunu bana. Replik bu cümle değil ama. Bir taşra sıkıntısını anlatan cümlelerdi onlar. Günlerin birbirini yinelemesi üzerine. Bense tam tersine değişimin hızıyla sersemlemiş ruhlar gözlüyorum sanki çevremde. Bir yanda o hız bir yanda da kendi durağanlığında aynı tekrarları yaşayan insan ruhu. Yüzyıllardır derinlerde akan aynı sızıdan mustarip olmak.

Kederlerini saklamak ister insanlar. Kederi itiraf etmek bir zayıflık gibi görünüyor, seni ezmeleri, üzerinde bir mikro iktidar kurmaları için insanları kışkırtıyor sanki. Kırılganlığını açığa vurduğun anda birileri saldırıya geçiyor hemen. Mazlum olmanın, mazlum görünmenin şefkati kışkırttığı da iddia edilebilir. Merhametle gelen geçici bir vicdan temizliğidir o bana kalırsa. Temizlik bitince genelde kendi haline bırakılır mazlumlar.

“İyiyim” denir ya “Nasılsın?” diye sorulunca. Bazı tonları vardır “iyiyim” cümlesinin. Soran öylesine sormuştur. Yanıtlayan da geçiştirmek için yanıtlamıştır zaten. Muğlak bir altyazı vardır ilk anda. Sonra belirir iyilik skalası. Yine de iyileştirici bir şeydir insanın hatırının sorulması. Seni önemsiyorum, merak ediyorum mesajı da gizlidir iyi niyetle sorulduğunda.

İçim içimi kemiriyor denir ya, o kemirgen insanın varoluş sızısıdır aslında. Geleceğe doğru yürürkenki çaresizliğidir. Kendi kudretinin özgürce akamaması, araya girebilecek beklenmedik faktörlerin kaygısıdır.

Her sabah uyandığın o insan aynı insan değildir. Her geçen an yeni bir şey katmış, bir şeyleri alıp götürmüştür sen olan o insandan. Tekrar gibi görülen tekrar değildir o zaman. Tekrar eden motiftir belki ama motifin içinde nüans farkları vardır. Mevsimler birbirini izler ama hiçbir bahar aynı bahar değildir diyelim.

Bir kış sabahındayım. İstanbul’dayım. İçimde biraz hüzün biraz umut, başını uzatmaya çalışan neşe pırıltıları. Günü biçimlendirmek biraz da benim elimde. Bu yazı yarın birilerine ulaşacak. Hayat böyle bir şey. Mutlu bir sona evriltmek de mümkün her doğan günü. Birilerine dokunmak, karanlıkta bir ışık olmak. Yenik düşmemekte bütün mesele.

QOSHE - Bir kış sabahı - Neşe Yaşın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir kış sabahı

2 0
14.01.2024

Bir varoluş sızısı ile pencereden hayata baktım bu sabah. Nedense iyi uyuyamadığım bir gecenin sabahı. Öğleden sonraki büyük kahve fincanına atılabilir günah ama besbelli ki bir iç huzursuzluğu var ortada. Garip bir durum; bir yanım heyecanla kıpırdıyor diğer yanım derinden yas tutuyor. Bir boşluğa doğru bakıp durdum az önce. Sanki ağlamam gerek de bastırıyorum onu, ya da bir mutluluğun eşiğindeyim ve adım atamıyorum. Soğuk bir İstanbul sabahı… Günlerden Cumartesi. Yazımı yazmak zorundayım. Bu iyi bir şey belki de çünkü yapmak istediğim başka bir şey yok. Sokağa çıkıp hayata karışabilirim elbet, birileriyle buluşurum, bir sergiye giderim, filme girerim. Büyük şehrin sonsuz olanakları var. Ben içimin taşrasındayım ama. Kendimi derinlerimde gizli kaygıların dalgınlığına teslim etmişim. Yalnızlığın battaniyesine sarılıp içimin dehlizlerine doğru kaçasım var daha çok da.

Yazımı yazıyorum ama şu an. Bu içerideyken dışarıda olmak demek biraz da. Boşluğa doğru konuşuyorum ama bunun şu an onu okuyan sizlerle buluşacağını biliyorum. Yine ne saçmalıyor bu diyebilirsiniz. Bir düşündüm de ne kadar da zamanın ruhu içindeyim. Videosunu kurup karşısına geçen gençlerden çok da farkım yok. Birilerine ulaşma girişimi değil mi o da.

Hepimiz bir anlam arıyoruz sonuçta. İçten gelmeyen, sinsi tasarımlarla hareket eden her şey geriyor beni. Anında saptıyorum onları. Anlıyorum tabii insanlık hallerini, her türlü sahteliğin ardındaki trajediyi, onay........

© Yeni Düzen


Get it on Google Play